31 Mart 2012 Cumartesi

Bütün Bunların Bir Nedeni Yoktur Belki

Misal sen artık yorgunsun. Yine de her sabah aynı saatte uyanıp artık pek de mutlu olmadığın iş yerine gidiyorsun. Mutsuz insanlardan beklenmeyecek bir performansla çalışıyorsun. Tek gerçeğin işin zira. Konuşuyorsun, gülümsüyorsun, başkalarını dinlerken nazikçe başını sallıyorsun, onlarla birlikte sinirleniyorsun bazen, üzüntülerini paylaşıyorsun, onlar adına seviniyorsun, tebrik ediyorsun. Kendini, evini, yalnızlığını hiç düşünmüyorsun. İş çıkışı bir yerlere gidip birkaç bira içiyorsun. Kendini, evini, yalnızlığını umursamıyormuş gibi davranıyorsun.
Kapıyı açtığında bir serinlik hissediyorsun, bu ev neden hiç ısınmıyor? Kombinin derecesini artırıyorsun. Bahar geldi oysa herkes yazlıklarını çıkarmaya başladı bile. Sokaklarda kısa kolluların üzerine ince hırkalar giymiş bir sürü insan… Sen hâlâ boğazlı kazak giyiyorsun. Sahi sen neden bu kadar üşüyorsun?
Her sabah artık pek de mutlu olmadığın iş yerine gidiyorsun, mutsuz insanlardan beklenmeyecek bir performansla çalışıyorsun. Sen neden bu kadar üşüyorsun?

30 Mart 2012 Cuma

Yan Etkiler-6

Bugün hayatın garip ve eğlenceli oyunlarından biriyle daha karşınızdayız sevgili seyirciler.

Aklı başında herhangi bir insan evladının asla başına gelmeyecek şeyler neden bizim başımıza geliyor? Neden bir şey yapmaya karar verdiğimiz an çevremizdeki herkes “cık cık” sesleriyle kafalarını bir o yana bir bu yana sallıyor? Neden aynı güruh hiçbir şey yapmadığımız zaman “Ama böyle olmaz, bir şeyler yapman lâzım.” diye başlayan cümleler kuruyor?
Verdiğimiz her kararı eleştiren, bizi bizden iyi tanıyan, ne yapmamız gerektiğini bizden daha iyi bilen bu sevgili güruh neden kendileriyle ilgili kararları da bu kadar kolay veremiyor? Yargılanmamız, suçlu bulunmamız ve infaz edilmemiz neden en fazla beş dakika sürüyor? Arayıp sorulmayan olmamız normal de neden biz arayıp sormayınca umursamaz oluyoruz? Dünya bizim etrafımızda dönmüyormuş madem canına yandığımın dünyası kimin etrafında dönüyor? Biz dünyayla birlikte dönüyoruz ulan, nidaları neden hep iç sesimiz olarak kalıyor? “Bencilsin, dinlemiyorsun, bir şey anlattığımda beni yargılıyorsun.” diyen güruh üyeleri bu cümlelerin de birer yargı taşıdığını neden kabul etmiyor? Birini sevmeye cesaret ettiğimiz an yuvalarından kafalarını uzatan komşu teyze kıvamlı güruh hangi cesaretle “Kendini fazla kaptırma, nasılsa uzun sürmeyecek. Seni kim ne yapsın?” mealli cümleler kurabiliyor? Bizim geri zekâlı iç sesimiz bu ahmak cesareti ortadan kaldıramayacak kadar korkak mı?
Hangi samimiyet karşındakinin canını yakan cümleler kurmayı haklı çıkarıyor? Açık sözlü olmakla tam bir bilmem ne çocuğu olmak arasında ne kadar ince bir çizgi var? Bu insanları hayatımızda tutmamız tam da dedikleri gibi zeki olmayışımızdan mı kaynaklanıyor?

“Dağılın ulan, bu benim hayatım. İstersem hata olduğunu bile bile hata yaparım. Canım yanabilir ya da çok mutlu olabilirim. Bu benim hayatım. Siz buyurun, kendi hayatlarınızı delik deşik edin. Hiçbirinize haksızlık etmedim; siz de bana haksızlık etmeyin.” demek…
İç sesim ne kadar derinlere kaçtın?

28 Mart 2012 Çarşamba

Bunu Söyleyen Ben Olmak İstemezdim, Lâkin

Ölünüz diriniz
Her gün biriniz
Bir gün hepiniz
Mutsuz olacaksınız.

Mektuplar İyidir-12

28 Mart

Sevgili E.B,

Aklımın karmakarışık olduğu zamanlardan yazıyorum sana. Gerçi aklımın karışık olmadığı zamanlar var mıydı, hatırlamıyorum. Güneş kendini gösteriyor, yine de bir parça rüzgâr var. Bu iyiye işaret belki de.
İşaretlerin peşinden koşuyoruz sevgili kardeşim. İstediğimiz yerlere çıkmıyor hiçbir yokuş. Bu kentte yokuşlar denize çıkmıyor zaten, yine de tepelerin ardında deniz varmış gibi davranıyoruz.
Naif ve uçucu şeylerden söz ediyorlar bana. Çiçek kokusu gibi, diyor birisi. Çiçek kokusu geçicidir; ama iz bırakır, diyorum. Ben zaten çenemi hiç tutamıyorum.
Garip rüyalar görüyorum. Bütün bunların sonu nereye varacak, bilmiyorum. Bir yere varmalı mı, diye soruyorlar. Emin değilim, diyorum. Gülümsüyorlar. Karmaşayı ah ne çok seviyorlar.
Herkesi dinliyorlar can kardeşim. Kedileri, köpekleri bile, ara sırada da kuşları. Yani buradan gitmeliyiz artık.
Otobüs yolculuklarını sever miydin sen? Bir şehre sabahın ilk ışıklarıyla varmayı? Beyaz sabun kokusu ağlatıyor beni. Evet, yaşlanıyorum.
Yakında pikeler serilecek yatakların üzerine, naftalin kokusu saracak bazı evleri. Bahar temizliği yapılacak birkaç hafta sonra. Hurçlar indirilecek, kazaklar yıkanacak, aralarına beyaz sabunlar yerleştirilip kaldırılacak. Yazlıklar yıkanmaya başlanacak. Temizlenecek kıştan arda kalan ne varsa.
Bu kıştan arda kalan ne olacak sevgili kardeşim? Yenilgilerimiz mi? Her cephede yenilmiş askerler gibi miyiz? Ne dersin E.B, savaşmayı ve yenilmeyi iyi bilen ordularımız mı var bizim? Çıkarmadığımız savaşların siperlerini kazıyoruz galiba. Çıkardığı savaşların siperlerini kazan birini hiç görmedim, diyor. Ötekiler yorum yapmıyor bu konuda.
Oysa tartışılması gereken bir sürü şey var. Orta şekerli bir kahve yapıyorum kendime, balkonu yıkıyorum, çiçek ekiyorum, kitap okumuyorum ama. O şarkıları hiç dinlemiyorum.
Hayat diyorum, E.B gelip geçici. Bahar, diyorum her şeye rağmen güzel.
Bu kıştan arda kalan ne olacak sevgili kardeşim? Yenilgilerimiz mi?

Mektuplar İyidir-11

21 Mart

Sevgili L.G,

Siz hiç L.G'yi yakından gördünüz mü, gözlerinin içine hiç baktınız mı? Ben gördüm, öyle güzel bakışları var ki ayrıca o bakışların içine gizlediği, benim anlatamadığım isimsiz duyguları. 85'ten sonra kimse doğmadı onun için 89'a bile yeni alışmışken 90'ları duydu. Bir zamanlar televizyon çocuğu olduğundan şaşırmadı.

Gülüşlerinin altında ince bir elem olduğunun farkındayım, her güldüğünde içim biraz daha eziliyor. Zor şartlar altındasın, birkaç damarın cebren ve hile ile değil kan pıhtılarıyla cebelleşiyor. Unutma biz normali hiç yaşayamadık. ''Curultucu'' haplarla aranı sıkı tut, onlardan ya da herhangi bir şeyden korkma hep bir nefes uzağındayım. Ya da hapları siktir et iki kadeh viski içelim, doktorlar bir ara sıkça söylüyordu televizyonda, ''viski kanı sıvılaştırıyor'' diye koskoca hipokrat yeminli adamlar yalan söyleyecek değil ya. Velev ki yalan söylüyorlar o zaman dert edecek bir şey yok her şey bir yalanmış diyip, gülüp geçeriz.

Bir ay sonra yine görüşeceğiz ve ben seni bıraktığımdan daha iyi bulacağım. Yine aynı saatte aynı yerde...

Yan Etkiler- 5 Üzerinden 5

Her şey olabilirdi, olma ihtimali olan her şey olurdu zaten. Yağmurdan, soğuktan, açlıktan, hastalıktan, işsizlikten, umutsuzluktan, yalnızlıktan, mutluluktan, hatırlamaktan, tanımamaktan, gülümsemekten falan söz etmiyorum. Her şey olabilirdi, diyorum. O kadar.

Güneşe aldandığımız zamanlar olmadı mı hiç bizim? İnce bir hırkayla kendimizi sokağa attığımız, sonra çok üşüdüğümüz; ama çok üşüdüğümüz. Ama işte üşüdüğümüzü itiraf etmekten korktuğumuz, sahi hiç olmadı mı bizim?

Ansızın kapılarını çalabileceğimiz arkadaşlarımız vardı, bizi görünce gülümserlerdi. Çay demlenirdi, mavi çinko demlikleri hatırlıyorum. İşe yaramaz birçok şeyi hatırlıyorum ben zaten. Ne diyordum; ansızın kapılarını çalabileceğimiz arkadaşlarımız vardı bizim, neşeyle buyur edilirdik.

Yalnızlık vardı, hep vardı o. Evlerimizin başköşesinde, masadaki üçüncü sandalyede, otobüste bir sıra arkamızda, kitapçılarda, yolculuklarda hep vardı. Olmalıydı da… Yalnızlık olmazsa yaşadığımız anın değerini bilemezdik. Sahi biz yaşadığımız anların değerini bilebildik mi?

Kitaplarımız vardı bizim, altını çizdiğimiz satırlar. Biz hayatı kitaplardaki gibi zannederdik. Öyle büyük aşklar, büyük ayrılıklar falan. Hiçbirini yaşamadık, şanslı mıydık?

Her şey olabilirdi, olma ihtimali olan her şey olurdu zaten. Kalbin atış hızını tahmin etmek imkânsızdı. Bundan söz etmiyorum ki ben. Her şey olabilirdi, diyorum. O kadar.

27 Mart 2012 Salı

Öyle


Günler geçiyor, hava daha geç kararıyor artık. Bahar geldi. Dün menekşe ve sümbül ektim. Sümbül bugün çiçek açmış, oysa çiçekçi birkaç gün sürer demişti. Çiçekler herkesi yanıltıyor işte. Uyuyamıyorum, müzik dinliyorum, kitap okuyorum, televizyon seyrediyorum. Limonlu çay içiyorum, doktor içki içmemem gerektiğini söylüyor. Gülümsüyorum, aksayan ayağımı umursamadan yürüyüş yapıyorum. Sahaflara gidiyorum, eski fotoğraflar arıyorum. Tanımadığım insanların fotoğraflarını topluyorum. Yazıyorum, başım ağrıyor. Korkuyor sevdiklerim, benim için korkuyor. Kendime dair en ufak bir korku taşımıyorum oysa ben. Her şey düzelir herhalde, zamanı gelince. Düzelmezse de umurumda değil. Bütün bunları kimseye anlatamıyorum. Aklım karışık, tedirgin değilim oysa. Cevapları bulamıyorum yine de tedirgin değilim.
Bahar diyorum, gelmiş. Bir şeyler değişecek demek ki.


''Çirkinlik güzelliğin zıttı mıdır, yoksa güzellikten arta kalan mı?''

Jamal Fare

26 Mart 2012 Pazartesi


Bugün işte tam da böyle mor sümbül ektim saksıya, çalışma masamın kenarına yerleştirdim. Belki bu bahar çiçeklere su vermeyi hatırlarım, belki bu bahar...
İyi şeyler olur mu dersin? İyi şeyler... Neyse, limonlu bir çay içelim. Balkonu yıkadım, akşam serinliğine kalmadan biraz sokağı seyredelim.

Ellerin vardı sonra; uzun, yaban bir hikâye gibiydi ellerin.

24 Mart 2012 Cumartesi

Yan Etkiler- 4.5'tan 5

Çok sevgili tarçınlı çayım, canımın içi sevgilim artık bahar geldi. Havalar ısınmaya başladı, güzel bir şey elbette bu, gerçi sen güzel bir şey olduğunu düşünmeyeceksin bunun. Biliyorum yani, düşünmezsin. Sen neyi düşünürsün ki zaten, başın ağrır hemen. Aman, canımın taa şu köşesi dikkat et kendine.

Maazallah hastalanırsın falan, yok yok sen ballı ıhlamur içmekten vazgeçme. Mercimek çorbası yapayım mı sana, diye sorardım da damak tadın yok ki senin. Olsun kestane şekeri bakışlı sevgilim, ben senin için çiğ tavuk bile yerim.

Doktorum bu hastalıkla yaşamaya alışmam gerektiğini söylüyor. Bana kalırsa çok iyi uyum sağladım zaten, sol ayağımın aksamasına alıştım bile. Bu yaşta bu kadar uyum sağlayabilmek… Takdir etme, istemem can parçası sevgilim. Ben böyle de iyiyim.

Uykulu kurbağa prensim, birazdan gün doğacak. Uyandığında yine hatırlamayacaksın rüyalarını. Sonra telaşla hazırlanacaksın, sen her yere geç kalırsın. Kahve içmeden çıkma evden, afyonun patlamazsa çekilmez bir adam olursun yine. Sarma sigaralar sana göre değil, söylemiştim ciğeri beş para etmez sevgilim. Hastanelerin ilaç kokan koridorları dolanıyor nedense aklımda. Sen hastaneleri de sevmezsin, sahi sen en çok neyi seversin tebessüm düşkünü sevgilim?

Erikli kurabiyem, ısınmak için arabaların motorlarına giren haylaz kedi bakışlım, ağrı kesiciler kâr etmiyor baş ağrılarıma. Artık ayrılsak mı ne dersin? Giderken kendinden çok emin o tavırlarını, takıntılarını, bar önlerinde sigaranı yakan kırmızı saçlı, bacakları hafif aralık kadınları, hayatın sillesini yedim, canım acımaz benim diye başlayan cümlelerini, vakti zamanında buralar hep dutluktu sen bilmezsin bakışlarını, içmekten anlamadığın rakıları, içince ahmaklaştığın biraları, ağır uykularını, kâbuslarını, yazamadığın onca mektubu, senden başka kimsenin bilmediği imlâ kurallarını, sevdiğin üç-beş şarkıyı, asla okuyamayacağın okusan da anlamanın mümkün olmadığı kitapları, cesaret edemediğin ne varsa işte onları yanına almayı unutma.

Pek canım sevgilim, bir daha asla seni görmeyeyim.
Öperim…

**Murat Menteş’e hürmetler. Volkan Konak eğlenceli adam vesselam. Şimdilik bu kadar.

21 Mart 2012 Çarşamba

Kendimi Tanıtayım Yan Etkileri Aratmayayım

Allah’ın belası bir ilacı ömrümün sonuna kadar kullanmam gerekebileceğini söylüyor doktorum. En kötü bu olur yani, çok da önemli değil diyor. Önemsiz gördüğü ilaç yüzünden iç kanama geçirebilirim, ne olacak ki. Hayır depresyonda falan değilim, sadece boktan bir hayatım var.
Elbette beterin beteri vardır, yani daha kötüsü her zaman yaşanabilir. Bir olasılık varsa gerçeğe döner. Yani böyledir. Laf aramızda mühendislere ihtimallerden söz etmemek gerekir.
Sessizliğimden korkan insanlar olduğu gibi çok neşeli olmamdan da korkan insanlar var. Bugün “Neden hep acayip insanlar buluyor seni?” sorusunu dillendiren canım, ben çok mu normalim?
Ha şu da olabilir, biz aslında çok normalizdir. Yani normal olan budur da birileri bizi feci kandırıyordur. Zira birileri bizi feci kandırıyor.
Bilen bilir futbolu severim ben. Hani sahiden severim, üstelik az biraz anlarım da. Futbol sadece futboldur bana göre. Alman futbolunu gereğinden fazla teknik bulurum. Tek derdi rakip takımı oynatmamak olan, topu çevirip duran, atak yapmayan, beraberliğe razı takımlardan hoşlanmam. Ceza sahasında durup pas bekleyen golcülerden nefret ederim. Top süren, pres yapan takımları severim, uzatmalarda gol atan takımlara saygı duyarım. Bağırış çağrış maç seyrederim. Arada bir centilmen bir taraftar olabilirim. Maç bitince biraz yorumlara bakarım. Öyle sevdiğim yorumcular vardır, aynı fikirde olmasak da dinlerim.
Spor kanallarını severim, snooker da dâhil olmak üzere seyrederim.
Yani benim canım, takıntılı biriyim. İlaç diyorum iç kanamaya yol açabilir.

20 Mart 2012 Salı

Sevilen Yazarlar, Kimi Cümleler vs. vs. vs.


“Şebnem, alevleri görmezden gelerek yangınları söndüremeyiz.
Şebnem uzaya baharın gelmesi, seni bulmama bağlı.
Şebnem kalbimden senin kalbine balyozla bin pencere açayım.
Şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım.
Şebnem seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana.
Şebnem ne çok melek var yeryüzünde, tebessümün için binlercesi çalışıyor olmalı.”

19 Mart 2012 Pazartesi

Yan Etkiler-4

Bazı filmleri sevmemek lazım demek ki. Bakınız vücudum artık “Dövüş Kulübü” özentisi… Bazı dizileri de seyretmemek lazım olabilir mi?

Ben L.G’nin tutmayan sağ bacağıyım. Sülalesini sevdiğimin bana fazla ihtiyacı yoktu zaten. Ekâbirdir o, yürümeyi falan sevmez. Otobüste ayakta kalmaktan da hoşlanmaz. O gelsin, ayaklarını uzatsın, kitap okusun, çay içsin, televizyon seyretsin falan. Başka derdi yoktur. Tutmayan sağ bacak olarak halimden çok da memnunum. Siz hiç yakından gördünüz mü L.G’yi? Arkadaşım neyle beslediniz siz bunu, nasıl sulak bir arazide büyüttünüz? Bize de yazık ama bütün gün o gövdeyi taşı taşıyabilirsen. Biraz dinleneyim abicim. Lütfen.

Ben L.G’nin tıkalı beyin damarıyım. Bakmayın öyle aman da beyin damarım tıkalı diye ortalıkta gezindiğine, duygu sömürüsü yaptığına. Ben o kadar uzun zamandır tıkalıyım ki. Lâkin beynini fazla kullanma gereği hissetmediği için ancak fark edebildi. Yani sol kol ve bacak uyuşmasaydı fark edemezdi ya. Buradan sol kol ve bacağı gösterdikleri üstün performanstan dolayı kutluyorum.

Efendim doktorcum, bedenim XXL bana uygun deli gömleği bulabileceğinizi umuyorum.

18 Mart 2012 Pazar

Yan Etkiler-3

Efendim yeni bir telefon aldım kendime. Kırk beş buçuk ay taksitle. Dokunmatik ekranlı bir telefon. Gerçi dokunmatik telefon benim neyime değil mi? Telefonu sadece sağ elimin serçe parmağıyla kullanabiliyorum, o kadar yetenekliyim yani.
Yeni bir telefon aldığımı fark eden arkadaşlarım –ki fark etmeleri hiç zor olmuyor, eski telefonum otuz iki saniyede bir kapanıyordu- bir ara cümle daha –telefonla konuşurken fark eden arkadaşlarım- telefonumun markasını soruyor. Zımbırtı diye cevap veriyorum. Bu soru kolay elbette, ardından dananın kuyruğunu kopma noktasına taşıyan o soru geliyor. Modeli ne? Bilmiyorum ki ne…
Ivır zıvır 700 mü, bilmem ne s mi? Yahu bilmiyorum, bu meretin bir yerinde de yazmıyor ki, kutunun üzerinde yazıyordu; ama o kutu çoktan geri dönüşümde. (Geri dönüşüm meselesi mühim.)
Benim arkadaşlarım pek bir enteresan sorular devam ediyor. Android mi? Android ne? İşletim sistemi. Haa, bilmiyorum ki. 3G peki? Var, galiba, yani sanırım, olabilir. Sim kartı takınca mesaj gelmedi mi? Geldi galiba. O mesaja baksana… O mesajı sildim ben. Ya o telefonun mesaj kutusu nerdeyse sınırsızdır. Öyle kalabalık sevmiyorum ben. Dün fotoğraf çektim, öyle kendi fotoğraflarımı da çektim dur sana göndereyim. MMS atma ya küçücük görünüyor. Telefonunun ekranı mı küçük, benimki eşek kadar yani, fotoğraflar öyle küçük görünmüyor. MMS gönderirken fotoğrafın boyutu küçülüyor, ekran eşek kadar da olsa küçük görünür. Hımmm, yine de benim telefonun ekranı eşek kadar.
Bu konuşma karşıdaki arkadaşın sinir krizi geçirmesiyle son buluyor. Sakın yukarıdaki konuşmaya bakıp teknoloji özürlü olduğumu düşünmeyin. Bir zamanlar “Eğitim Teknolojileri Danışmanı” olarak çalışmıştım. Bilgisayarı kendi kendine öğrenen bir neslin evladıyım. Öyle program indirmek yüklemek falan meziyetlerim arasında. Bilgisayarımın kaç ram olduğunu bilmem. Bilmem gerekmiyor. Ama kuzey köprüsünü bilirim. Eski sevgilim bundan seneler evvel bilgisayar kullanmayı öğretmeye karar vermişti bana. Bilgisayarın kasasını açıp anlatmıştı. Bak bu kuzey köprüsü. Malabadi Köprüsü vardı bir de. Anasının ellerinden öptüğüm sanki ben bilgisayar tamircisi olacağım. Anlatsana bana worddü, exceldi falandı filandı. Zaten hatasını çabuk fark etti, akıllı bir adamdı. Benden ayrılması ne kadar akıllı olduğunun bir kanıtı. Sonra işte tek başıma öğrendim bilgisayar kullanmayı.
Sinir krizi geçirmeyen birkaç arkadaşım kaldı. Buradan onlara sesleniyorum, telefonumun markasını ve modelini merak etmeyin. Otuz iki saniyeden uzun konuşmamızı sağlıyor ya gerisi teferruat. Ben birazcık salak olabilir miyim? Cevabınızı pek de merak etmemekteyim.

Yan Etkiler-2

Bazı otobüs duraklarında göstermelik sıralar olur. Bu düzen göstermeliktir zira otobüs gelince sıranın sonundaki amca depar atıp herkesten önce otobüse biner. Ve ne hikmetse otobüste sadece bir kişilik boş yer vardır.
İşte böyle duraklarda bazen sıraya dilenci ya da satıcı dadanır. Durak âdetidir yanınıza bir satıcı ya da dilenci yanaşırsa asla yüzüne bakmazsınız. Otobüsün geleceği yöne doğru uzun, içli dizi oyuncusu bakışları atarsınız. Birkaç saniye sonra sıranızı savmışsınızdır. Da… Ben mutlaka gözlerine bakarım yanıma yanaşan dilencinin, satıcının. Baktığım anda sıradaki diğer insanların yüzlerinde aptal bir sırıtış peyda olur. Sıranın zayıf halkası belli olmuştur işte. Arkamdaki çocuk otobüs gelince benden önce otobüse binebilir ne de olsa ben zayıf halkayım. Başımdan savamıyorum işte kimseyi. Bir de onlarla sohbet etmeye başlamıyor muyum? Tüh, Allah kahretmesin mi beni? Sıradakilerde bıyık altı ve üstü gülüşler, cık cık nidalarıyla baş çevirme hareketleri… Allah ne verdiyse işte hepsi.
Evet, ben mendil satan ya da ayakkabı boyayan çocuklar yanıma yaklaşınca ne yapacağını bilmeyen bir insanım. Elim ayağıma dolaşıyor, evet. Ve yine evet, o çocuklarla mutlaka sohbet ediyorum.
Şarapçılardan, kendi kendine konuşanlardan, sokak insanlarından köşe bucak kaçan insanlar tanıyorum ben. Bir de onlarla dalga geçmeyi maharet sananlar var elbette.
Yani demem o ki ben zayıf halka olmayı seviyorum, siz o güzide sırıtışlarınızı alıp bir yerlere kaldırabilirsiniz. Aaa rica ederim, hiç de edepsiz değilim.

Yan Etkiler-1

Günlerin saçma bir hızla geçtiğini fark eden sadece ben miyim? Üstelik havalar da bir garip. Yağmur yağsa biraz, şöyle toprak kokusu… Belki de yağmamalı yağmur, toprak kokusu artık o kadar da güzel değil.
Garip şeyler oluyor etrafımızda, olmaz dediğimiz her şeyin gerçeğe döndüğünü görüyoruz. Bu durum bir tek beni huzursuz ediyor olamaz, olamaz değil mi?
Hiçbir şey düşünme, hiçbir şeyi kafana takma diyor tanıdığım insanlar. Boş boş duvara baksam durumumdan endişe duyuyorlar. Siz demiyor muydunuz hiçbir şey düşünme diye, işte düşünmüyorum, diyemiyorum. Aklımdan geçiririm; ama söyleyemem. Hani öyle şeyler olur ya, afiyet olsun dersin kimse cevap vermez. Afiyet olsun dedim, diye bağırmak gelir içinden. Zaten içinden gelir geçer her şey. İçindeki o sese, kafa sesine sorsan senden hazırcevabı, senden akıllısı, senden mükemmeli yok. Olmaz elbette, kafa sesi acayip sonuçta. Ama bir parça dış sese dönse… Olmaz, o kadar kolay değil işte.
Bazen korkuyorum, bazen de bir cesaret geliyor. Üstelik asıl korkmam gereken zamanlarda. O cesaret zamanları geçince, sonra üstüne düşününce salaklık diyorum. Yaptığım düpedüz salaklık. Cahil cesareti değil benimki, garip bir gözü karalık. Bu sadece benim başıma geliyor olamaz, olamaz yani.
Bazen konuşmak istemiyorum, konuşacak bir şey bulamıyorum. Ama hep konuşmamı bekliyor etrafımdakiler. Ben susunca telaşlanıyorlar. Durmadan konuşsam yine telaşlanacaklar hatta sıkılacaklar. Sessizlikten neden bu kadar tedirgin oluyoruz? Hepimiz yani, neden? Oysa sessizliği bile paylaşabileceğin birileri olmalı, bunun kıymeti başka.
Hislerim kimi zaman yanıltıyor beni yine de onlara güvenmekten vazgeçmiyorum. Hissediyorsam biliyorum demektir, diyorum. Tam burada kendime usturuplu bir küfür armağan ediyorum. Hiçbir halt bilmiyorum, son zamanlarda böyle hissediyorum.
Günlerin saçma bir hızda geçtiğini fark eden sadece ben miyim? Ağaçlar çiçek açsın artık, bahar gelsin.
Başım ağrıyor, çok ilginç değil mi bu? Evet, çok ilginç…

17 Mart 2012 Cumartesi

Kaç kere sever insan?
Kaç kere âşık olur?
Kaçınız hatırlıyor ilk aşkının adını?
Sevmek sadece kalbin mütemadi çarpıntısından kurtulması mıdır?

14 Mart 2012 Çarşamba

Eve geç kalınca azar işitirdik mutlaka; kapı arkalarında burulan etimiz komşu teyzelerin yanında okşanırdı itinayla. İstisnasız inanırdık babamızın kahraman olduğuna. Sonra?

Mektuplar İyidir-10

14 Mart


Sevgili E.B,

Yağmur yağıyor, hava puslu. Biz böyle havaları sever miydik? Deniz, yağmur, vapurlar falan… Bak tüm bunlar oldukça saçma. Olabildiği kadar yani.
Geçmişi hatırlamanın bir faydasını görmedim ben, az buz da değil yani dünyadaki konukluğum. Otuz yıl… Hiç fena bir süre değil. Çok fazla değil çok az değil. İyi yani. Otuz iyidir zaten, sevdiğim o yazar söylemişti. Benden önce söylenmiş kimi sözlere inanırım, bilirsin.
Aklım karışık, aklımın karışık olduğu zamanlar pek hayırlı olmuyor. Daha evvel şahit olmuştun bu zamanlara. Ama elbette geçecek. Geçer yani. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez ki. Bunu bildiğim halde neden abartıyorum yaşadıklarımı. Evet, abartıyorum. Bunu ikimiz de kabul etmeliyiz. Hastalıkmış öyleymiş şuymuş filanmış falanmış. Beynimin sağ yarım küresindeki damarlar doğuştan ince olabilirmiş. Yani başka bir damar, başka bir zaman tıkanabilir. Kullandığım o ilaca rağmen. Şimdi beyin damarlarından biri tıkalı olan sadece ben miyim? Hayır, çok daha önemli hastalıklarla öyle sıradan bir şeymiş gibi, abartmadan baş eden insanlar var. Hastalığın önemlisi olur, benimki önemli değil mesela.
Depresyonda olabilirim, midem belki de bu yüzden bu kadar ağrıyor. İstediğim şeyler var, otuz yaş bir şeyler istemek için doğru zaman olmayabilir.
Bak yani, daha bilmediğim, anlamadığım bir sürü şey var. Dün gece saat tam 2’de henüz o telefon konuşması bitmemişken salak olduğumu kabul ettik. Kabul ettik, ben ve o. Eski sevgililerin en iyi yanı bu belki de. Eski sevgililerin iyi bir yanı var mı? Olabiliyormuş. Her şeye rağmen bazı insanların her zaman hayatında olacağını bilmek… Güven veriyor.
Hava puslu, puslu havalarla ilgili söylenen tüm o saçma sözleri unut. Kurutulmuş kayısı çekirdeklerinden falan söz edelim. Yosunlu bir kayanın altına bakmaktan, kaybedecek bir şeyimiz olmamasından yani işte tüm bunlardan söz edelim.
Bazı filmleri seyretmek gerekir, bazı film kahramanlarına üzülür insan; ama mutlaka roman kahramanlarına özenmek gerekir.
Geçecek, sis, pus, yağmur, can sıkıntısı hepsi geçecek. Her şey olması gerektiği gibi olacak.
Biliyorum yine de biraz korkuyorum.
Can kardeşim uyusam biraz, uyandığımda her şey geçmiş olsa. İmkânı yok biliyorum, adam adama savunma şart.
Üstelik beni merak eden birileri var, benim için endişe edenler var. Demek ki bu cümlede “merak etmek” ve “endişe etmek” aynı anlamda kullanılmamış. Demek ki hâlâ umut var.
Sen varsın, zombiler var, derinler var, derinlerde arananlar var, deniz var, eski aşklar var, yeni yenilgiler var.
İyi olmak için bir sürü nedenim var.

Mektuplar İyidir-9

14 Mart

Sevgili L.G,

Berbat bir sabaha uyandın biliyorum, yolunda gitmesini umduğun hiçbir şey de yolunda gitmiyor, hava da puslu üstelik ve niceleri...

Daha kötüsü olamaz deme, demezsin de zaten biliyorum sen benim aydınlık tarafımsın. Bazen kimseye söylemediğin hatalar vardır iki gözüm tüm hayatını mahveder ağzını bile açamazsın.

Sis kalktığında tüm karabasanlar gidecek, her şey olduğu gibi değil olması gereken gibi olacak, biz yine kedilerin, ayyaşların ve delilerin tanrısı olma mücadelesi vereceğiz.

Midende ben varmışım gibi iyi bak ona, hep aklında olduğumdan akıl ve ruh sağlığı için ekstra bir talimat vermiyorum. Ben buradayım ve seni bekliyorum...

12 Mart 2012 Pazartesi

İlk Aşka Ağıt

Hava puslu, Ankara her zamanki gibi griydi.İnsanın üzerindeki elbiseleri aşıp içine işleyen garip bir soğuk vardı.Bu nedenle her adımım diğerini müteakiben daha da hızlanıyordu.Sanki sağ ve sol ayağım garip bir yarış içerisindeydiler.Kısa bir yürüyüşün ardından otobüs durağına vardım.Herkesin yüzünde, sanırım günün pazartesi olmasından kaynaklanan derin bir bıkkınlık ifadesi vardı.Bir an için ''günaydın'' diyiversem yanımdaki fötr şapkalı yaşlı amca şemsiyesini kafama indirecekmiş gibi hissettim.Zaten ne kimseye günaydın diyecek kadar keyifliydim, ne de sabah vakti kafama bir şemsiye yemeye hevesli.Tam bu sırada otobüs geldi.Sırayla birlikte ağır ağır ilerlemeye başladım,şans eseri ortalarda bir yerde cam kenarında boş bir koltuk bulabildim.Yanıma kırklı yaşlarda, sert yüz hatlarına sahip, esmer bir adam oturdu.Merhaba bile demeden gözlerimin içine bakarak yaşadığı sıkıntılardan, geçimin her geçen gün zorlaşmasından bahsetmeye başladı.Yaptığı garip el hareketleriyle, ellerini her seferinde dizlerine daha sert vurarak dikkat çekmeye çalışıyordu.Ben ise belki acıdığımdan, belki de nezaketen bir türlü başımı öteki tarafa çeviremedim.

Aklım ise bambaşka bir yerdeydi.O hep yarının nasıl olacağından bahsediyordu ben ise geçmişte olanları aklımdan çıkaramıyordum.Aklım yine ondaydı,yine sökememiştim onu zihnimden, en küçük boşluğumda yine yapışmıştı aklımın en ücra köşesine ve her geçen saniye büyüyordu.Son üç aydır yaptığım gibi yine onu kaybedişim karşısında hiçbir şey yapmadan bekleyişime, acizliğime, korkaklığıma lanet ettim.O benim ilk aşkımdı.İlkokulun bitişiyle birlikte kaybettim onu.Bütün çocukluğum onu izleyerek, ona biraz daha yakın olabilmek için yaptığım onca girişimle geçmişti.Onca yıl, O'na en çok yakınlaşabildiğim an, bir bahar günü yokuş aşağı koşarken istemsiz olarak elini tutuşumdu.Gözlerimin içine öyle bir hiddetle bakmıştı ki göz bebeklerindeki alevin, gözlerimden içime aktığını hissettim. Okulu bitirdiğimizde başka bir yere taşındıklarını öğrendim.Günlerce hıçkırıklara boğularak ağladığımı, odamdan hiç çıkmadığımı dün gibi hatırlarım.İnsanın yıllar sonra hala ilk aşkını unutamaması, hala onun varlığıyla yaşaması normal bir durum muydu?

Murat Sezer

Mektup

Sevgili Evren,

Herkes sana olumlu mesajlar göndermek gerektiğini söylüyor. Özür dilerim, bugüne kadar gönderdiğim mesajlar yüzünden kafan bidünya oldu.
Geçmişe sünger çeksek, ilişkimize yeniden başlasak… Ne dersin?

Sevgili Evren,

Son zamanlarda saçma sapan bir sürü şey yaşadım, biliyorsun. Hastalık mı istersin, kendini dünyanın merkezi sananlar mı, doğru çıkan önyargılar mı, hatalar mı? Seç, beğen, al yani…
Sağlığın her şeyden önemli olduğunu bir kez daha öğrendim. Evrencim, uzun cümleler kurup aklını daha fazla karıştırmayayım.
Her şeyin iyi olacağına inanıyorum artık. Ama önce sağlık… Her şey iyi olacak, benim için ve sevdiğim insanlar için.
Kendine dikkat et, yakın zamanda güzel haberlerini bekliyorum. Yanaklarından öperim canım evrencim.

* Bu arada yakın zamanda bana geleceğini düşündüğüm birkaç şey var, onları da listeleyeyim dedim:)
HP Elite Book Mobile 8760, Canon EOS 600D olmazsa Canon EOS 5D Mark II bir de Canon Legria HFR 36 unutmadan evrenkuzum bir de Kavaklıdere Paris Caddesi’nde bir ofis. Bunların hepsinin aynısına E.B de sahip olacak elbette. Tekrar tekrar öpüyorum yanaklarından. Görüşmek üzere, kendine iyi bak, olumlu mesajlarımı göz ardı etme.

Sevgiler…

Özet

Aksiliği üstünde bugün sigaraların.

11 Mart 2012 Pazar


Mathilda: Léon, sanırım sana âşık oluyorum. Bu başıma ilk defa geliyor, biliyor muydun?
Léon: Daha önce hiç âşık olmadıysan, bunun aşk olduğunu nereden biliyorsun?
Mathilda: Çünkü hissediyorum.
Léon: Nerede?
Mathilda: Karnımda. Sıcacık. Daha önce hep bir yumru olurdu. Ama artık geçti.

"Bu bira bardağının nesi var? Ötekilerin aynı. Kesme bir bardak, kulplu, üzerinde bel resmi bulunan markası 'spatenbrau' da yazılı! Bunları ben de biliyorum. Ama başka bir şey olduğunu da biliyorum.Ufacık bir şey. Açıklayamıyorum onu hiç kimseye. İşte, yavaşça suyun dibine doğru, korkuya doğru kayıyorum."

10 Mart 2012 Cumartesi


"Birileri seni, hayatını kurtaracak kadar sevse bile, yine de kısırlaştırılmaktan kurtulamazsın."
"Seni kazanmam mümkün değil, değil mi?"
Kendimi güçsüz hissettiğim zamanlardan söz etmek istiyorum. Ama önce yüzümdeki yara izini anlatmalıyım sana. Seni terk etmeye karar verdiğim geceyi, yedi yaşımda öğrendiğim yokluğu, şahit olmadığın sarhoş geceleri anlatmalıyım. Her gece bana sırtını dönüp uyuduğunda, uykunda başka başka kadınların isimlerini sayıkladığında, tüm bunlara rağmen seni sevmeye devam ettiğimde hissettiğim mide bulantısını anlatmalıyım. Sokakları aslında hiç bilmediğini, karanlıktan bir halt anlamadığını, sevmekten korktuğunu, yetersizliklerini ukalalıkla örtbas etmeye çalıştığını ise anlatmamalıyım belki de.
Kendimi güçsüz hissettiğim zamanlardan söz etmek istiyorum. Ama önce seni buz dolu küvete taşımanın bir yolunu bulmalıyım sevgilim. Sol gözün yavaş yavaş çürüyor, kan pıhtılaşınca komik bir şekil alıyor.

9 Mart 2012 Cuma

Yangından İlk Kurtarılacaklar vs.

Öylesine bir akşamüstü, her türlü sıkıntıdan uzakta oturmuş keyifle bira içiyorken, tasasız gülüyorken hatta fark edeceğiz birbirimizi ne kadar tükettiğimizi. Atlattığımız onca badireden sonra, ilişkimizin o can yakan delişmen zamanları geride kalmışken, birlikte eğlenmeyi öğrenmişken hatta fark edeceğiz aslında birbirimizi ne kadar az tanıdığımızı. İlişki tarihimize baksak yaşadığımız mutlu günlerden biri sayılabilecek bir günde üstelik her şeyi bırakıp çekip gitmek isteyeceğiz, birayı yarım bırakma fikri hoşumuza gitmeyeceği için içmeye devam edeceğiz. Aynı anda farkına vardıklarımız korkutacak biraz bizi, salak saçma espriler yapıp durumu kurtarmaya çalışacağız. Garsonun sarsak yürüyüşüne güleceğiz bir süre, susup çalan şarkıları dinleyeceğiz ve mutlaka eski, güzel günlerden söz edeceğiz. Eski, güzel günlerden söz edersek yavaş yavaş aklımızı ele geçiren korku yok olur zannedeceğiz. Zannettiklerimizle gerçek birbirine uymayınca suratımıza yarım yamalak bir gülümseme yerleşecek. Bundan sonra nereye gidersek gidelim bir şeylerin hep yarım kalacağını anlayacağız. Bardakta kalan biraya aldırmadan mekânı terk edeceğiz. Eve gidip sevişmek gelecek aklımıza, bunun muhteşem bir fikir olduğu konusunda görüş birliğine varacağız. Seviştikten sonra her şeyin düzeleceğine yemin edeceğiz nerdeyse.
Öylesine bir akşamüstü, her türlü sıkıntıdan uzak, türlü badireleri atlattıktan sonra, birlikte eğlenmeyi öğrenmişken üstelik fark edeceğiz aramızda kurtarılacak bir şey kalmadığını.

Mektuplar İyidir-8

7 Mart

Sevgili E.B,

Bugün seni gördüm. Aylardır görüşmemiştik sanki. Oysa daha geçen hafta oturup konuşmamış mıydık? Özlem garip bir hikâye, her seferinde başka şekilde biten.
Şerefli mağlubiyetler şerefsiz zaferlerden daha mı iyi? Amaç rakibe oynayacak alan bırakmamak mı? Savunmayı önde kurmak mı, adam adama savunma yapmak mı? Dar alanda uzun paslaşmalar imkân dâhilinde mi? Futbol sadece futboldur oysa. Kazanırsın ya da kazanamazsın; ama kaybetmezsin.
Yol arkadaşlarımızı yanlış seçiyor olabilir miyiz can kardeşim? Güzel cümleler duyduğumuz halde içimizde o heyecanı hissetmememizi nasıl açıklayabiliriz ki? Bak ne çok soru, ne çok merak. Cevabını bildiğimiz sorular oysa bunlar.
“Çıkarmadığımız savaşlarda siper kazıyoruz durmadan.” Savaşmış ve mağlup olmuş ordularımız var bizim. Yorgunuz, yalnızlığımızı her şeye rağmen seviyoruz. Yine de hayattan intikam almak için güzel sevgililere ihtiyaç duyuyoruz.
Kimsenin hayatına dâhil değiliz, aidiyet duygumuz çoğu insandan farklı. Nereye aitsin can kardeşim? Kimin hikâyesinin kahramanısın? Kendi hikâyemizde bile kahraman olamıyoruz ki biz, mutsuz da değiliz üstelik bundan.
İyiyiz aslına bakarsan. Bayat esprilere kahkahalarla gülüyoruz. Biz gördüğünü isteyen bir nesilden de değiliz.
Kitaplarımız var, okuduklarımız, okuyamadıklarımız, henüz sahip olmadıklarımız. Yazı var sonra… Yazı, iyi ki var. Bira var, sigara var, sohbet var, kediler var, kedileri sevmeyen adamlar var, deliler var, ayyaşlar var, filmler var, projeler var, kocaman kahverengi gözlü hikâye kahramanları var, müzik var, afişler var, sosyolojik çıkarımlar var, yazamamak üstüne ahkâm kesen arka masa insanları var, susmak var bazen, gözlerin dalıp gitmesi var, sessizliği bile paylaşabilmek var.
Bu aralar bende bir haller var, yol arkadaşları yüzünden belki de.
Sevgili E.B, haftaya yine aynı yerde…

6 Mart 2012 Salı

Mektuplar İyidir-7

22 Şubat

Sevgili L.G,

Sene 2012, aylardan şubat ve hâlâ küçük küçücük şeylere heyecanlanıyoruz, yüzümüz kızarıyor, buz gibi havada ''Yangın vaaaaar!'' diye bağırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Kaç yaşımıza gelirsek gelelim bir yanımız hep 19 yaşında ve biz -o yanımızla gurur duymuyoruz belki ama- saklamak için çaba da göstermiyoruz.

Ufacık kızların ayak oyunlarına gelmemek için çaba sarf ediyoruz, güzellere içiyoruz, memleket memleket geziyoruz, yeni yine yeniden yaşıyoruz birçok şeyi. Eşeğimizin ayağında nal yokken Hasan Dağı'na oduna gidiyoruz ama işimiz ne odunla ne oduncuyla...
Hayal kurmayı seviyoruz. Hem de belki gerçek olur diye değil çünkü gerçek olacağını düşündüğümüz şeyler hayal olmadı bizim için hiçbir zaman.

Senden tek istediğim bu sefer vazgeçme, farkında ol ya da olma kafanı başka tarafa dönme, sevdiğinden daha çok seviliyorsun, sadece bir şeyler ya eksik ya fazla...

Mektuplar İyidir-6

5 Mart

Sevgili E.B,

Yol arkadaşlarından söz etsek bu gece. Kahve içsek, Nick Cave dinlesek, mutlaka ama. Sonra yol arkadaşlarından söz etsek, yarı yolda bırakanlardan, yola bile çıkamadıklarımızdan. Yenilgilerimizden söz etsek bu gece.

Yalnızlığın o can alıcı renklerinden söz etsek. Korkularımızdan, inatla sevmeye devam ettiklerimizden, nefret ettiklerimizden, canımızı yakanlardan, aldatmalardan, hayal kırıklıklarından, ölümlerden, ayak oyunlarından yani işte bu zamana kadar yaşadığımız ne varsa hepsinden.

Korkuyorum, korku midemi bulandırıyor. Yalnızlığım ağzımda bir pas tadı bırakıyor artık. Bütün bunlar olurken sen sesini yükseltmeden cümleler kuruyorsun. Basit, sıradan; ama işte dışarıda akıp giden bir hayat olduğunu hatırlatan. Her şeyi abartıyorum aslına bakarsan. Her şeyin sonlu olduğunu bile bile üstelik.

Sevgili E.B, can kardeşim sayende her şeyin ne kadar basit olduğunu tekrar tekrar hatırlıyorum. Hatırlamak anlamaya yetiyor mu? Bunu yaşayıp göreceğiz galiba.

Gel bu gece yol arkadaşlarından söz edelim ve mutlaka Nick Cave dinleyelim.

5 Mart 2012 Pazartesi

Kayıp Eşya Bürosu

"- Şarap açalım.
- Saçlarını uzatmanı kim istemişti?
- S.ktir et.
- Kimdi lan, hatırlayamadım.
- Gece gece hayaletleri musallat etme başımıza.
- Yakamızı bırakmıyorlar oğlum.
- Kendi adına konuş.
- Ben ceketimi alır giderim.
- Giderken ceketinin iç cebine sakladıkların peki?
- Jilet gibiydi be Muhittin.
- Kesinlikle hayran olduğumuz bir erdemdir, lâkin…
- Lâkin ne?
- Lâkin yeni yaralar almaya müsait değil yaşımız."

Müge Şenöz

4 Mart 2012 Pazar

Mektuplar İyidir-5

5 Mart
Sevgili L.G,

Kaç kere söyleyeceğim sana büyük umutlar ancak büyük yıkımların ardından yeşerir. Neden büyük depremlerden sonra politikacıların kucağında hep bir bebek olur sanıyorsun?

Mektuplar İyidir-4

5 Mart
Sevgili E.B,

Yeni bir yenilgi, bu zamana kadar alışmış olmalıydık. Komik hâlâ acı veriyor.

3 Mart 2012 Cumartesi



"İnsanlar iyi değiller." Hepsi bu...
"People just ain't no good/I think that's welll understood/You can see it everywhere you look/People just ain't no good"

Mektuplar İyidir-3

9 Şubat
Sevgili L.G,

Bugün, çikolata kokulu dumanların arasından geçerken uzun zaman sonra ilk kez intiharı düşündüm ama yine cesaret edemedim. Tutmayan bir kol oldum bir süre, eli terlikli bir anneyi oynadım arkasından, masadaki tüm sigaraları kırıp sapsarı bardaklara doldurdum.

İki gün içerisinde iki ağır mağlubiyet aldık, yalnız olsam ağlardım belki ayrıca biliyorsun yalnız kalınca, saçma sapan yerlerde geçen isimler yüzünden ağlayan tanıdıklarımız var. Kitap basmanın her iki taraf için de zulüm bir iş olduğunu öğrendik.

Sevimli delileri gördük, delileri ve kedileri hep severdik zaten. İnsanların kötü yüzlerini sadece yakınlaşınca görebileceğini bir kez daha bata çıka öğrendik. Kısa zamanda büyük işler başaramadık ama büyük işler başarmak için yine ant içtik. Arkasından her zamankinden birer tane. Yarın da bugünden çok farklı olmayacak ama…

Hâlâ nefes alıyoruz değil mi?

Mektuplar İyidir-2

8 Şubat

Sevgili E.B,

Bugünün dünden daha sıkıcı olduğunu düşünüyorsun.

Oysa bugün sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kimi insanların sevgimizi hak etmediğini, yanlış insanlara yanlış olduklarını bile bile âşık olabileceğimizi, hayatın kimi gerçekleri görmemiz için bize oyun oynayabileceğini, tesadüf diye bir şey olmadığını, canımız yandığı halde gülümseyebileceğimizi üstelik bu gülümsemenin sahte falan olmayacağını, hâlâ uğruna kadeh kaldıracak bir şeyler olduğunu, kimi insanların bile isteye kötülük yaptığını, dünyanın kendi etraflarında döndüğüne inanan insanlardan uzak durmak gerektiğini, bir Fransız atasözünü, birinin hayatındaki "en kıymetli" insan olduğunu, delilerin "iyi, faydalı deliler" ve "kötücül deliler" olarak ikiye ayrıldığını, kıskançlığın habis bir huy olabileceğini, hiç beklemediğin bir anda işle ilgili gelişmeler olabileceğini öğrendin.

Karamsarlığa yakın duruyorsun Sevgili E.B, biliyorum. Bir değişiklik yap hadi. İyi şeyler olacağını düşün.
Bu kış iyi şeyler olacak E.B, göreceksin. Bana inanmaya ne dersin?

Mektuplar İyidir-1

7 Şubat

Sevgili E.B,

Bilmediğin bir sürü şey olduğunu düşünüyorsun, aklının almadığı yığınla şey olduğuna yemin edebilirsin hatta. Yön bulma duygun yanıltıyor bu aralar seni, kayboluyorsun. Oysa ayakların bir hafızası vardır, unuttuğunu zannediyorsun. Hayat söyledikleri kadar büyük değil, kimi zaman ne kadar zavallı olabileceğini en iyi sen biliyorsun. Etrafında durmadan konuşan bir sürü insan var, sen konuşmayı beceremiyorsun. Seslerini yükseltiyorlar, sesleri yükseldikçe cümlelerini takip etmen zorlaşıyor. Konuşmasalar unutulacaklar sanki. Unutulmanın o kadar da kötü bir şey olmadığını senden daha iyi kim bilebilir ki?

Kendine tahammül edemiyorsun, aklının şeytanları durmadan artıyor.
Konuşmaktan, anlatmaktan, anlamaya çalışmaktan yorgunsun. Durmak, susmak, tüm bunlar geçene kadar uyumak istiyorsun. Kendini hırpalıyorsun, kendinle kavgan bir türlü bitmiyor. Mutluluğun ne olduğunu unuttun çoktan. Saçma sapan şeylere kahkahalarla gülmek istiyorsun artık, ayaklarını balkon demirlerine uzatıp kahve içmeyi, kumarda ve aşkta bir defa da olsa kazanmayı istiyorsun. İstemek yetmiyor bazen.

Sevgili E.B, seviyorsun, onu çok seviyorsun. Birini bu kadar sevmenin acı çekmekle eş anlamlı olduğunu elbette biliyorsun.

Hayat zannettiğin kadar zor değil aslında. Olmaz dediğin nice şeyin seninle dalga geçer gibi gerçek olduğunu unuttun mu sahiden? Gitmez dediğin, güvendiğin onca insan seni terk etmedi mi, onlarsız yaşamaya alışmadın mı? Hastalandığın, parasız kaldığın, ağlamak isteyip ağlamayı bile beceremediğin zamanlardan sonra yüzündeki aptal gülümsemeye engel olamadığın, kalbinin deli gibi attığı zamanlar olmadı mı?

E.B, hayat zannettiğin kadar zor değil aslında. Pencereyi aç, soğuk havayı içine çek. Nefes almaya devam ediyorsun, umut var hâlâ. Kitaplara fazla inanma.