31 Aralık 2013 Salı

E-ÜNİVERSİTE



Her sene sonu biten yılın sayımını dökümünü yapmak alışkanlığa dönüştü galiba...

Nasıldı 2013? Kötü zamanlar da yaşadım, hastane odaları, kısmi felçler, sıkıntılar, kavgalar dövüşler, yanlış kararlar falanlar filanlar. Ama çok keyifli zamanlar da yaşadım, yeni bir iş, yeni bir ofis, keyifli çalışma arkadaşları, evdeki ve gönüldeki huzur...

2013 hayattan başka tutunacak bir şeyimiz olmadığını bir kere daha hatırlattı bana. Çok üzüldüm, çok üzdüm, kızdım, ağladım, sinirlendirdim, güldüm, mutlu oldum, gülümsettim, affettim, affedildim, unuttum, unutuldum, hatırlandım, aramadım sormadım, yalnız kalmadım, dostların, kardeşlerin, ailenin değerini bir kez daha anladım. Ülkede olup bitene şaşırdım, sokakların ruhunu kazanmaya çalışmasına ümitlendim, hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüp kahrettim. Yeni kararlar aldım, çoğunu uygulamadan rafa kaldırdım, yeni insanlar tanıdım, kalbimin arka odalarıyla yüzleştim, yeni kapılar açıldı önümde, on yedi kilo verdim, üçünü geri aldım, kitap kokusunu özledim, hem galip hem mağlup olmanın anlamını öğrendim, çay demledim, güzel insanların evlerine misafir oldum, uzun, kalabalık sofralar kuramadım belki; ama bir dostun kısacık bir mesajının bile ne kadar değerli olduğunu öğrendim.

Hayatımda iz bırakan herkese çok teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız. Uzun zamandır görüşemesek de, sesimiz soluğumuz çıkmasa da, sadece mesajlarla haberleşsek de, uzun uzun konuşamasak da, karşılıklı oturup çay içemesek de en zor anımda koşup gelecek insanlar tanıyorum ben. O kadar güzel, o kadar vicdanlı, o kadar keyifli insanlar...

Bazı isimleri çok seviyorum ben, bazı sokakları, bazı mekânları, bazı şehirleri; sevdiğim insanlar sağ olsun.

2014 keyifli, mutlu, sağlıklı, huzurlu ve aşk dolu bir yıl olsun. Güzel haberlerinizi bekliyorum.

** 2013 minik bir prenses getirdi bize, gidip kokusunu içime çekemesem de daha, fotoğrafları bile en sıkıntılı anımda beni gülümsetiyor. Annesinin kızı işte. Bir kez daha hoş gelmiş minik kuzu, "maşallah" :)

13 Aralık 2013 Cuma

Kış geldi sevgili arkadaşım, battaniye mevsimi başladı işte. Kitaplara karışma vakti, pencere önü koltukları ve kahve vakti. Canım yanmıyor artık, bunu kimi zaman oldukça garip buluyorum. Bunu garip bulmamı garip buluyorum bazen de. Sonra hiçbir şey olmamış gibi çay demliyorum.

Sabahları uyanamıyorum, uzun rüyalar görüyorum; bazıları kötü bitiyor. Hayat komik dediğimiz gibi, hayat çok komik.

Sessizliği seviyorum, başım daha az ağrıyor artık. Gülümsüyorum, seviyorum, ağlıyorum,  bağırıp çağırıyorum; ama iyiyim neticede.

Sevgili arkadaşım, huzur mutluluğun seyreltilmiş halidir. Seni özledim.

6 Aralık 2013 Cuma

Benim için "inançlı" olmaktan ziyade "vicdanlı" olmak çok daha önemli. Vicdanlı olmak, iyi niyetli ve adaletli olmayı gerektiriyor. İyi niyetli olmak kolay;ama gerçeğin bir tane, doğrunun bin tane olduğu bu zamanlarda adaletli olmak o kadar zor ki. Adalet derken elbette erk sahiplerinin istedikleri gibi yorumladıkları güçten söz etmiyorum. "Başını yastığa gönül rahatlığıyla koyma" diyerek sadeleştirebileceğim bir adalet bahsettiğim.

İki yüzlü ahlak anlayışından, iktidar ve gücün iç içe geçmiş saçma sapanlığından, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın hatta daha çok yaşasın hatta daha çok güçlensin." omurgasızlığından, namussuzluğun kazandığı pirimden yoruldum. Yorulmak susmak anlamına gelmiyor lâkin. Belki de daha çok konuşmak, cesaretle konuşmaya devam etmek anlamına geliyor.


11 Kasım 2013 Pazartesi

Bir sürü şey oluyor, çoğu inanılmayacak kadar saçma üstelik. Kızlı erkekli mi kadınlı erkekli mi derken, muhafazakar anlayışın anlayışsızlığına sayıp dökmemek elbette mümkün olmuyor. Tam bu esnada taciz ve tecavüzün bin türlüsü konuk oluyor oturma odalarına,  insanlara gözünü kırpmadan kıyanlar elbette ağaçları ve hayvanları düşünmüyor.  Sonra birileri özgürlükten söz ediyor, kişisel tercihlerin konuşulması bile ayıp geliyor bazılarına. Kraldan çok kralcılar baskınlar düzenliyor, futbol sadece futbol olmaktan çıkıyor. Her şeye zam geliyor, kredi kartı borçları, icralar derken sıkıntıyla boğuşmak hep bize düşüyor. Seçimler yaklaşıyor, manasız seçim sözleri havada uçuşmaya başlıyor. Ve ben bunca sorun arasında karşı komşumun depo gibi kullandığı balkonuna takılıyorum. Feci takılıyorum, uyuz oluyorum. Kişisel tercihler nedeniyle ağzımı açamıyorum; demokrasi çok gereksiz bir rejim olabilir mi? İnanın ben artık hiçbir şey bilmiyorum. Saygılar. Nokta.


6 Kasım 2013 Çarşamba

Can erik bakışlım, masamın arkasında alışkın olduğumdan başka bir hayat akıp gidiyor. Bir iki gün sonra yağmurlar başlayacak, sonrası biraz ayaz biraz toprak kokusu.

Birlikte gittiğimiz deniz kıyısındaki o çay bahçesine hâlâ gidiyor musun? Bizim hiç fotoğrafımız yok seninle, bunca seneye rağmen aynı karede hiç gülümsememişiz ne garip.

Basit bir hayatımız olsaydı seninle, gizli bir bahçe. Kareli masa örtüleri, fesleğenler, unutmabeni çiçekleri, ortancalar, salkım söğütler, kitaplarımız, orada burada kahve fincanları, her daim taze ve demli çay... Kalabalık sofralar, havada uçuşan kahkahalar, duvarda fotoğraflarımız...

Sesini duyunca mutlu oluyorum ben, içim aydınlanıyor. Varlığını hatırlamak bile yetiyor bazen.

Bu yaz belki istediğimiz kadar mutlu olmadık; ama mutsuz da olmadık. Bu da yetiyor huzurlu olmaya. Seni özledim, senin olduğun zamanları özledim.

Ne dersin yol arkadaşım, yeni bir hikâye yazmanın zamanı gelmedi mi?

Seni sevdiğimi unutma ve dikkat et lodosa. Kalın kazaklar giy, limonlu çay içmeyi ihmal etme. Otobüs yolculuğu keyiflidir, şunun şurasında İstanbul Ankara arası kaç kilometre ki?


5 Kasım 2013 Salı

Şimdi çok saçma şarkılar var, biraz daha az saçma olanlar var, bir de acayip şekilde can yakanlar var. Onlar iyi ki varlar zaten, can yanması bazen gerekli olabilir. Ama sadece bazen. Sonra zaman falan geçer mevsim kasım olur, ellerinin ardı güneş mi bunu hiç bilemeyiz bazen.

Yazdıklarımızdan daha fazlası vardır, olmalıdır zaten. Özlemenin bir adabı vardır, içki sofralarının bir keyfi. Bazen keyifli anları unutabilir insan, neticede zihin de yorulur.

Havada yağmur kokusu, yağmur kokusu dediğimiz biraz karanlık biraz rüzgâr.  Rüzgâr lodos  değilse güzeldir. Lodos çıkınca benim yüzüm yeşile döner.

Bir yolculuk sırasında unutup gitmişim seni mesela. Mesela bir daha hiç yüzleşmemişim boşluğunla. Boşluk dediğin biraz yokluk, biraz sessizlik neticede. Ki sessizlik iyidir kendi sesinden nefret etmiyorsan.

Bazı şarkılar çok güzel, bak bu konuda hemfikiriz. Biz o kadar az konuda hemfikiriz ki zaten. Bir yerlerde unuttuğun kırmızı bir bavulun varmış mesela, mesela sen o bavul olmadan hiçbir yolculuğa çıkmazmışsın.

Orada burada unuttuğumuz  çakmaklar var, kaybettiğimiz küpeler falan...  Bazı şarkılar, evet.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Şimdi,  şu an, belki az sonra; yok yok mutlaka şu an... Gitsek gideriz o kadar rahatız yani, kalsak kalmaya devam ederiz.

Kalmaya devam ederiz de oturup karşılıklı bir çay içsek...

22 Ekim 2013 Salı

Yüksek ökçeli ayakkabılar almalıyım cazibeli ayrılıklar için.

11 Ekim 2013 Cuma

Duruyorum, kalabalık bir yolun orta yerinde, aniden duruyorum. Ya da durduğumu hayal ediyorum. Hayaller bazen hiçbir işe yaramaz ki; bunu bilmenin ferahlığıyla durmaya devam ediyorum. Havalar bir garip, bir soğuk bir sıcak. İnsan neye alışacağını şaşırıyor. İnsan çabuk alışır oysa. Gürültüye alışılmıyor ama, bir tek gürültüye alışılmıyor belki de.

Hayatla  ilgili acayip havalı tespitleri olan insanlar tanıyorum, hepsini çok kıskanıyorum. Hayatla bir alıp veremediğim yok artık, bu yüzden belki de tam da bu yüzden kıskanıyorum onları. Olamaz mı? Her şey olabilir.

Her an, her şeyin olabileceğini bilmenin huzursuzluğuyla duruyorum. Evet, hâlâ kalabalık bir yolun orta yerinde duruyorum. Durduğumu hayal ediyorum ya da.

Zaman komik, yol arkadaşım var mesela o daha komik. Olur olmaz  şeylere kahkahalarla gülüyoruz. Romantik değilim, olduğumu hiç iddia etmedim ki zaten. Birini sevmek o kadar da zor bir şey değildir cancağızım, olmamalı. Belki de tam bu yüzden kalabalık bir yolun orta yerinde, duruyorum.

Kış çayı demliyorum, çay kokusunu seviyorum. Uzaklardaki dostları özlüyorum bazen, bazen kendimi unutuyorum. Bak, bundan hiç şikayetçi değilim.



13 Eylül 2013 Cuma

Yazmayı sevmiyorum, İçmeyi de ama bazen var olduğunu anlamak için ya içmelisin ya da yazmalısın.

11 Eylül 2013 Çarşamba

6 Eylül 2013 Cuma

Yalanlardan yorulmak diye bir şey var, yalnızlıktan yorulmak da var. Yorulmak tek başına o kadar yorucu olabiliyor ki bazen. Hak etmediğimize inanıyoruz yaşadığımız pek çok şeyi. Kim bu kadar sıkıntıyı hak ettiğine inanır ki zaten? Yanlış kararlarımızı göz ardı ediyoruz. Aferin bizlere, yıldızlı yaldızlı aferin işte.
Ama benim canım, yetmez mi artık? Sence de yetmez mi bu oyunlar, yalanlar, ayrılıklar, yalnızlıklar, savaşlar, kavgalar, gürültüler, abartmalar? 
Sıkılmadın mı sen de benim gibi? Ya dağılalım ya da bir şey yapalım...

22 Ağustos 2013 Perşembe

13 Ağustos 2013 Salı



Ben trenleri  çok severim,  biliyor musun? Köhne istasyonları, mavi trenleri, bekleme salonlarını, gar büfelerini... Hadi gel yollara düşelim.
Sevgili S.,


Masamın karşısındaki pencereden başka bir dünya görünüyor doktor,  alışkın olmadığımız  bir dünya. Biz neye alışabiliriz ki? Neyse, soruları bir kenara bırakalım.

Bazı geceler canım çok sıkılıyor doktor, kendimi uykuya vuruyorum. Evet, uykuya vuruyorum. Günlerce, gecelerce uyusam... Olmuyor ama o da olmuyor doktor. Başka bir şehirde olsaydık keşke, başka bir şehir. Denize gerek de yok, biraz huzur olsa yetmez mi? Huzur dediğimiz nedir ki doktor? Sahiden nedir ki?

Parkları seversin değil mi sen de? Mektup yazmıyor mu artık kimse doktor?

Hayat diyorum ne kadar komik, ne kadar saçma.

Bir sonraki mektupta görüşene kadar esenlikler dilerim.

Ağustos 2013/Ankara
Tekinsiz adamları seviyorum, siz korkar mısınız tekinsiz adamlardan? Ölmekten mesela korkar mısınız, düzeninizin bozulmasından, dayak yemekten, soyulmaktan, sevdiğiniz insanları kaybetmekten, aldatılmaktan, hastalanmaktan, işsiz kalmaktan, parasızlıktan, inandığınız her şeyin yerle bir olmasından korkar mısınız? Ben midemin bulanmasından korkarım.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Bazen bir şeyler oluyor, hayat çok garip ya işte. Sana anlatmak istiyorum, elim telefona gidiyor. Sonra vazgeçiyorum. Seni görmek istiyorum bazen de, saçma  istekler tam bize göre. 

Yoksun, yokluğunu daha çok seviyorum gün geçtikçe daha çok üstelik.

25 Temmuz 2013 Perşembe

22 Temmuz 2013 Pazartesi


- Muhittin bilekleri enine mi yoksa boyuna mı kesmek gerekiyordu?
- Ölmezsin sen hafız, boşuna yorma kendini.
- Neden ölmüyorum ben Muhittin? Kazık mı çaktım dünyaya?
- Canım sıkılıyor.
- Can sıkıntısından keyif almayı öğrenmelisin.
- Her halttan keyif alan pilates hatunlarına benzedin iyice.
- Pilatesi de biliyorsun ya Muhittin bu dünyada sırtın yere gelmez lan.
- Sırtın yere geldiği bazı durumlar iyidir. Ne sırıtıyorsun be?
- Hiç, aklıma kimi durumlar geldi de ondan Muhittin.
- Senin aklına hayırlı bir fikir gelmez ki hafız. Dün gece aradı beni.
- Arayan birisi var en azından Muhittin, ben yalnızlıktan kendi kendime küsüyorum.
- Yalnızlık bize göre birader, gerisi zaten hikâye.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

21 Nisan 2013 Pazar

Hastane odalarının kendine has bir kokusu var, temizlikten falan söz etmiyorum. İlaç kokusu da değil, başka bambaşka bir koku. Hastanelerde insanlar birbiriyle bir anda kaynaşıyor, hastalıklar farklı olsa da acı ortak payda nihayetinde. Çarşamba gecesinden beri sedyeler, mr'lar, kan tahlilleri, serumlar, onca ağrı kesiciye rağmen geçmeyen baş ağrılarıyla boğuşuyorum. Yeni değil hiçbiri, insan alışır mı hastalık haline? Neyse...

Ağrı atakları arasında oturup düşünme fırsatı da oluyor insanın, hayatı düşünüyorsun. Ne kadar komik olduğunu, aslında her şeyin ne kadar basit olduğunu falan. Hayatın manasını bulmaya çok yaklaştığını bile zannediyorsun; ağrı kesiciler ve sakinleştiriciler sağ olsun.

Seni seven onca insanın varlığıyla mutlu oluyorsun. Varlıkları, sesleri, mesajları iyi geliyor. Güç kaybı nedeniyle üzerine basamadığın sol ayağını, uyuşan sol kolunu unutuyorsun. Gülümsüyorsun, havadan sudan konuşuyorsun, hastane odası evin oluyor birden.

Doktorlar, hemşireler odadan taşan o garip neşeli hali kimi zaman anlamıyor. Umursamıyorsun. Hastane odamı çarşambadan bu yana eve çeviren o güzel insanlar iyi ki varlar.

Bir süre daha buralardayız, duvarları mora boyasak olmaz mı?



5 Nisan 2013 Cuma

29 Mart 2013 Cuma

Mektuplar Unutuldu Sonra

Eski bir gece hikâyesi, hani sokak köpekleri, kaldırımlar, sigara izmaritleri ve bira şişeleri. Hani yarım yamalak öpüşmeler. Sekiz düğmeli paltolar kim bilir nasıl yakışırdı sana. Kim bilir sen ne güzel ağlardın. Bira şişeleri demiş miydim?

Karanlık elbette, biraz korkutucu, biraz tedirgin edici. Ama biz tetikteyiz her daim.

Eski filmlerin damakta bıraktığı buruk tattan söz edebilirdik sabahlara kadar, sabahlara kadar sevişebilirdik. Tül perdeler çabuk kirlenir oysa. İnsan en çok kendini suçlar, başka kimi suçlayacaksın ki zaten?

Kış, sadece bir mevsim nihayetinde, geçti gitti. Soğuktan şikayet ettiğimi sanma. Ağaçların çiçek açışına sevinecek kadar zamanımız var mı sahi?

Kaldırımlar, sokak köpekleri, bira şişeleri, sigara izmaritleri hani eski bir gece hikâyesi.

Kalabalık ve neşeli sofraları özlüyor musun sen de? Kareleri masa örtüleri, ortancalar belki. Havada uçuşan kahkahalar sonra. Eski çok eski.

18 Mart 2013 Pazartesi

Sevgili E.B,

Can kardeşim, minik su sebilim, erikli kurabiye bakışlım, Orhan dükkanı devretmiş. Ne zamandır gidip çayını içmemiştik. Birbirimize bile zaman ayıramıyoruz ki can kardeşim. Bu yoğunluk, bu koşturmaca... Varacak bir menzil de yok ki.

Özledim E.B, seninle oturup uzun uzun susmayı özledim, olur olmaz şeylere gülmeyi özledim, sabah kahvaltılarını özledim.

Yeşil erik ve bira zamanı da yaklaşıyor kardeşim, bak anlatacak o kadar çok şey var ki. Ben mesela köpek gibi âşık olmuşsam, sen mesela başka biri gibiysen, kendini bile tanıyamıyorsan... Şarkılar sonra, içilen geceler, sabah hatırlanmayan konuşmalar, bambaşka hikâyeler... E.B, can kardeşim yürüyelim, çay içelim, biraya ve eriğe düşelim, karanfil kokulu sigaralar içelim.

Sana anlatılmayan mutluluk bile yarım kalıyor sevgili kardeşim. Özledim, sadece bunu söylemek istedim.

10 Mart 2013 Pazar

Dilim ne kadar çatallaştı benim yılanlaştım, züccaciyeye giren fil gibiyim herkesi her şeyi kırıyorum, sinirlerim bozuk galiba bu aralar az da olsa manyaklaştım. Tanıyamıyorum kendimi, ne oldum, kim oldum kestiremiyorum. Girdaba kapıldım sanki döndükçe dibe yaklaşıyorum, bataklığa düştüm sanki her dakika biraz daha batıyorum, daralıyorum nefes alamıyorum. Önce sevdiklerimi sonra kendimi boğarak öldürmek istiyorum, vurarak değil boğarak çünkü ölürlerken gözlerinin içine bakmak istiyorum. Nereye gider bu hal, ne olurum bilemiyorum.

8 Mart 2013 Cuma

Ben, sana inanıyorum. Geçmişine, arızalı yanlarına, yaşadığın sıkıntılara, gülüşüne, sözlerine, bakışlarına inanıyorum. Her şeyden daha önemli belki de bu, yanılıyor muyum?

21 Şubat 2013 Perşembe

Kalbim bak burada, gerekli olursa kırabilirsin. Mutluluk mu? Belki böyle bir şeydir, şeker gibi hani kıtır kıtır, renkli mi? Olabilir.

Doğrulardan, olması gerekenlerden falan söz etmiyorum. Hayat bu, her şey yaşanabilir. Üzülürüz, seviniriz, borçla harçla uğraşırız, yemekler hazırlarız, sarhoş oluruz, güleriz, susarız, kızarız, nefret bile edebiliriz. Her şey mümkün yani.

Bak işte bu benim geçmişim, yok saysan da bugün neysem, kimsem o geçmiş yüzünden. Yani bir zamanlar ne olduysa oldu ben buralara geldim. Kalabilirim istersen, gidebilirim gitmemi istersen. Benim isteğim mi?

Seviyorum, hepsi bu...

9 Şubat 2013 Cumartesi

Sen bunları okumayacaksın, yani belki de okursun. Senin için yazıldığını anlamazsın belki, belki anlarsın. Sana dair her şey karmaşa zaten. İçimin sesleri vardı benim, sen o zamanlara hiç denk gelmedin. Sen geldin içimin sesleri sustu. Bu belki de kötü bir şeydir, kötü mü ki bu?

Adını duyunca gülümsüyorum ben, neden acaba? Hadi çay içelim, hadi hadi gel.

25 Ocak 2013 Cuma

Ah erikli kurabiyem, seni bu hale kimler getirdi? Derdin, tasan hiç bitmez mi senin? Zehirli miydi pardon senin dilin? Minik su sebilim, hırsın, zevzekliğin doğuştan mıydı yoksa birilerinden mi yadigar kaldı?
Şaşkın bakışlım, yorulmadın mı yalanlardan dolanlardan? Hadi boş ver bunları, sen en iyisi kedilerle konuş bir parça. Kargalara selam söyle.

Burada iç savaş var öpünce kurbağaya dönüşen prensim, arkana bakmadan kaçmaya ne dersin?

13 Ocak 2013 Pazar

Bugün bir kadın bir adama, bir adam bir kadına hesapsız kitapsız âşık olsa. Hani Ece Temelkuran daha önce yazmıştı ya tam da öyle. Evet, Ece Temelkuran'ı severiz biz. Sonra onlar öyle hesapsız kitapsız âşık olunca, her şey güzelleşse. "Şansları yaver gitti." dese herkes. Öylece inansak mutlu sonlara. Bugün işte bir adam bir kadına hesapsız kitapsız...
Neyse.

10 Ocak 2013 Perşembe

Burada, az önce ve mutlaka orada üç saat sonra. Her şey birbirine karışmışken, herkes durmadan konuşuyorken, sonra bizim esamemiz okunmuyorken, belki kimse bizi hatırlamıyorken işte tam o anda. Kimse kimseyi gerçekten tanıyamaz sevgilim, bunu baştan kabul edelim. Geri kalan her şeyi geceler boyu tartışabiliriz.
Burada, az önce, orada ve her yerde sonra mevsim değişmişken, konuşacak hiçbir şey kalmamışken, karanlıktan korkarken. Hepimiz ardımızda cesetler bıraktık sevgilim, masumiyeti yatak odalarında aramaktan vaz mı geçelim?

7 Ocak 2013 Pazartesi

Biz çok âşıktık, çok sarhoştuk sonra, masa altlarına zulalanmış bira ve şarap şişelerinden de öte. Yalnızdık, tedirgindik, sonuna kadar ukalaydık, kavgaya dünden hazırdık, "Kaybedecek bir şeyi olmayanlar mı cesurdur?" bilmiyorduk, bilmediğimiz bir sürü şey vardı.
Biz vardık sonra, barlar, sigaralar, şarkılar, kitaplar vardı. Filmler kimi zaman vardı kimi zaman yoktu. Ağaçlar vardı, fesleğenler ve ortancalar vardı.
Biz vardık, bazıları yoktu, bazıları hiç olmadı.

3 Ocak 2013 Perşembe

Bu Şarkı Kimseye Armağan Olmaz

"Tam kafamın yanından geçti lan" dediğim merminin aslında kafamın içinden geçtiğini az önce evet sadece birkaç saniye önce fark ettim. Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var.
Sağlamlık dediğin nedir? Mataramdaki biraz cin, biraz şarap, biraz kahve; paylaşırdım seninle istesen.
İstesen başka bir yer hayal ederdim bizim için; ama az önce seni yanlışlıkla vurduktan yirmi bir saat sonra "Tam kafamın yanından geçti lan" dediğim merminin kafamın yanından geçmediğini öğrendim.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var. Burada yarım yamalak sözler var mesela, karşılıklı oturulan ahşap masalar var. Vapurlar yok ama; onlar başka bir hikâyede başka bir vakitte.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var.Dürüstlük en çok ayrılırken lazım.
Burada...

Bu Şarkı Bana Armağan Olmaz

Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var. Yenile yenile savaşmayı öğrenmiş bir ordu var mesela. Kan ter içinde uyanılan uykular var.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var. Mataramda biraz cin, biraz şarap, biraz kahve, damağımda kesif bir koku var mesela. Tüm benzetmeler biraz ilkel. Yaban bir ağrıdan söz ediyor askerler.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var. Galip gelemeyeceğim savaşlara gözü kapalı giderim. Cesaret üç kuruşluk mevzu, şükürler olsun.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var. Az önce yanlışlıkla seni öldürdüm, haberin olsun. Cenazene çelenk göndermek yerine bir şişe şarap alacağım Piç S.'ye. Tebrikleri sonraya sakla.
Burada iç savaş var, burada iç savaşlar var.