17 Ağustos 2012 Cuma

Gizli Bahçe vs.

Sana bu mektubu gizli bir bahçeden yazıyorum erikli kekim, şaşı sevgilim. Gizli ve uzak bir bahçe, fesleğenler, ortancalar, salkım söğütler, kiraz ve erik ağaçları… Gerçi sen hatırlamazsın çiçeklere su vermek gerektiğini, şaşkınım sen hatırlaman gereken her şeyi unutursun nasılsa. Nasıl oluyor sahi bu? Bütün bunlar neden oluyor?

Sen martılardan, kargalardan, serçelerden, güvercinlerden, kedilerden, sokak köpeklerinden, havalandırmada filizlenen çiçeklerden falan söz et. Bak hepsini sana bıraktım. Ben hayatın komik bir yanı olduğunu anlatırım herkese. Hayat diyorum sarsak bakışlım, hayat güzel.

Katran karası şekerli leblebim gizli bir bahçe burası, hafif bir esinti, saçlarım omuzlarıma değiyor. Çay kokusu sarıyor etrafımı, sen çay içmekten anlamazsın ama neyse. Mahmur kedi sesli sevgilim deniz diyorum al senin olsun, vapurlar, karabataklar, balıklar. Hepsi senin olsun. Ben müsadenle yaşamaya gidiyorum, hayatın orta yerinde durmayı seviyorum. Gerçekler diyorum karanfilli suyum, senin boyunu aşar. Bir şarkı söyle hadi yalanlara belki inanırız.
Bazı insanlar bazı kitaplar gibi...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

O Yıllarda Çocuk Olmak

Zalimlerin zulmünün; sevenlerin ise Allah'ının olduğu yıllardan hemen sonraki, zalimlerin Allah'ının; sevenlerin ise birbirlerine ettikleri zulümden başka hiçbir şeyinin olmadığı senelerden hemen önceki plastik yıllardı. O zamanlar kırmızı saçlı bir kadın şarkısında sevgilisine, hovarda olduğunu, bu yüzden de ona kıymaması gerektiğini söylüyordu, şişme bot gibi dudakları olan başka bir kadın ise eğer mahallemizden geçersen bu zilliler seni ham yapacak diye abinin birini önceden uyarıyordu, ayrık dişli bir çocuk millete açık açık kıl oluyordu.

Öğlenleri televizyonda yeşilçam filmleri izliyordum, pazar günlerini ise trt'deki western filmler yüzünden izleyecek bir şey bulamadığım için hiç sevmiyordum.

Bir ara, çok kar yağan bir kış günü gözlüklü, kel, hafif tombalak gazeteci bir amcanın öldüğünü duydum. Yine başka bir kış günü, televizyonda çocuklara oyunlar oynatan uzun saçlı sakalı amcanın öldüğünü öğrendim hatta tüm kanallar onları verdiği için çizgi filmleri kaçırdığıma üzüldüm. Akşam Power Rangers'i izleyince üzüntüm geçti.

Akşam babam haberleri izlerdi ve ben ona hep çok kızardım. Sonra bir gün bir kaza oldu alakasız bir sürü amca aynı arabanın içinden çıktı, arkasından gelen günlerde biz de kazadan sonra yollarını bulabilsinler diye ışıkları kapatıp açtık eğlenceli oldu. Babama bir daha haber izlediği için kızmadım.

İçtiğim kolanın şeridinden karşı tarafa bedava var mı diye baktığım yıldan tek hatırladığım ise izlediğim ilk dünya kupası maçıydı ve o gün japonların da futbol oynayabildiğini gördüm.

Sonra düğüne gittik bir gün orada omuzlarının içine sivri süngerler koymuş kabarık saçlı kadınlar, ağaç desenli gömlekler giyen adamlar gördüm. Sıkıldım atari salonuna gittim. Akşama da babama bize atari al diye tutturdum. Babam da beni ''yeter film başlıyor'' diyerek susturdu. Sigara gecesi sineması gibi bir şey dedi ama hatırlamıyorum.

Halamlara gittim bir gün, iki tane abim vardı orada ve ben her şeyi onlardan öğrenirdim. O gün duvardaki resimlerde bir değişiklik vardı. Uzanmış sigara içen küt saçlı ablanın yanında bir de dövüşen sabun gibi bir filmin resmi vardı. Sıkıldım, gittim sokakta taso oynadım.

Sonra ne mi oldu? Sıcak bir yaz günü yer acayip sallandı. Günlerce haftalarca deprem konuşuldu o zamanki tüm çocuklar bu yüzden aniden biraz daha büyüdü. Ertesi yıl devletin parası bitti. Onların parası bitince bizim de paramız bitmiş sayıldı sonra biz büyüdük.

12 yaşına kadar hayat güzeldi de sonra boka sardı her şey...

Murat Sezer


10 Ağustos 2012 Cuma

Hikâye


senin dudakların pembe
ellerin beyaz,
al tut ellerimi bebek
tut biraz!

benim doğduğum köylerde
ceviz ağaçları yoktu,
ben bu yüzden serinliğe hasretim
okşa biraz!

benim doğduğum köylerde
buğday tarlaları yoktu,
dağıt saçlarını bebek
savur biraz!

benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!

benim doğduğum köylerde
insanlar gülmesini bilmezdi,
ben bu yüzden böyle naçar kalmışım,
gül biraz!

benim doğduğum köylerde
kuzey rüzgarları eserdi,
hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır
öp biraz!

sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.
benim doğduğum köyler de güzeldi.
sen de anlat doğduğun yerleri
anlat biraz.

Cahit Külebi

Mektuplar İyidir-24

Sevgili E.B,

Bir yıl... 365 gün bilmem kaç saat... Geçip gitti işte, neler gördük bir yılda?
Hayatımıza dahil olanlar, gidenler, gitsin diye gözünün içine baktıklarımız, hastalıklar, yolculuklar, yokluklar, suskunluklar, içimize akan gözyaşları, intihar düşünceleri, hayatı sevmeye çalışma girişimleri, hep kaybedilen savaşlar, mevsimler, yağmurlar, soğuk biralar, kendini akıllı zanneden aptallar, birileri bizi feci kandırıyor demeler... Daha neler neler!

Yan yanayız yine, yine ağustos, akşam erken iniyor şehre, hava çok sıcak değil, yeni işler, yeni insanlar, eski hayaller ve biz.
Başladığımız yerde miyiz? En azından olmaktan korktuğumuz yerde değiliz.

Can kardeşim, hayat sana bir şey daha öğretti. Can sıkıcı bir öğretmen hayat dediğimiz. Ama işte yaşıyoruz, öğreniyoruz. Yenildiğimiz savaşlara ekleyelim bunu da, sen zaten dövüş sporlarından hiç hoşlanmazsın.

E.B, çörekli kekim, yeşil erik bakışlı kardeşim git uzaklara, kafanı dinle ama sonra yine gel, hep gel.

Biz varsak her şey komik, her şey güzel.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Kimsenin bilmediği bir bahçe, kareli masa örtüsü, ortancalar, masada küçük bir saksı fesleğen, hafif bir rüzgâr, cırcır böcekleri, sayfaları havalanan dergiler, salkım söğüt, beyaz sabun kokusu, biraz müzik, birlikte susmak...

Hayattan beklediğim sadece budur, bugün için!

7 Ağustos 2012 Salı

Sıcak Çarpması

Ağustos başladı, bitecek nerdeyse... Eylül gelecek sonra, sonra ekim. Doğum günüm gelecek sonra. Yaşlanacağım biraz daha. Aldırmayacağım, yaşımı göstermiyorum nasılsa. Yaşımı hissetmiyorum, bazen yaşadığımı da hissetmiyorum ya neyse.

Bir yılı daha bitereceğiz sonrasında. Ayrı geçen bir yıl daha. Birlikte olmayı hiç becerememiş insanların ayrılık hesabı yapması pek komik. Zaten biz seninle çok komiğiz. O kadar ki boğazımda takılı kalıyor kahkahalar.

Hava bugün çok sıcak değil, hafif bir esinti. Pencere açık, bilgisayarım ardından sokağı görüyorum. Bu ofisi, bu işi, burayı işte seviyorum.
Seni bir zamanlar seviyordum, artık hiçbir şey hissetmiyorum. Hiçbir şey hissetmeme haline bayılıyorum.
Kendimi yavaş yavaş kaybediyorum. Huzur dedikleri bu işte.

Yani... Mutluyum be.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Sevgili L.G.,

Yağmur yağdı bugün, hem de ne yağmur. Ne zaman yağmur yağsa aklıma sen gelmiyorsun ama bu sefer senden başka bir şey gelmedi aklıma.