27 Nisan 2012 Cuma

Dünden sonra yarından önce

Hiç duymadığı bir şarkıyı nasıl sever insan, hiç koklamadığı bir çiçeğin kokusunu nereden bilir? Peki hiç görmediği kadınlara aşık olan adamlara ne demeli? Hiç gelmeyecek insanları beklemek neyin nesi?

Her şeyin ötesinde bir de özlemek var. Neyi özleriz? Sadece mâzimizin olduğu şeylere mi özlem duyarız? Uzaktaki bir sevgiliyi, yoğun çalışma döneminde kısacık da olsa bir tatili, soğuk kış gecelerinde yazı, gurbetteyken sılayı...

Ben çocuktum 23 yaşında olmayı isterdim hep. Büyük çocuktum örnek olayım diye hep yaşımdan büyük davranmam istenirdi benden; ama büyüklerin içindeki çocuk olmaktan öteye gidemezdi durumum. Ne çocuklarla oynamama izin verilirdi ne büyüklerle oturmama. Gençtim bir zamanlar, orta yaşlı bir adam olmayı özlerdim sırf aşk acısını unutmak için çünkü gençken her şey dünyanın sonuymuş gibi gelir. Şimdi ise çocukluğumu özlüyorum.Çünkü ben hiç yaşayamadıklarımı özlerim. Saçımdaki beyazları net bir şekilde ayırt edebiliyorum artık. Bunca senedir beni üzmeyi başarabilen tek şey bu. Beyaz saç demek vücudun ölmeye başladığının en büyük kanıtı. Artık vücudum kendini yenilemiyor ve ben her gün biraz ölüyorum. Ölümden sonra yaşama inanmadığımdan çürüyüp gideceğimi ve beni kimsenin hatırlamayacağını da biliyorum. Yalnız ölmek zor ve ben size kolayını bir türlü anlatamıyorum.

Murat Sezer

25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir tat bir doku

Yıllardır vitrinin tepesinde durur, bizi izlerdi. Büyümezdi, küçülmezdi, eksilmezdi, artmazdı öylece bakardı bize. Babamın eve ilk getirdiği gün kapağını açıp, bir kadeh içip '' güzelmiş hakikaten, verdiğim paraya değdi'' dediğinen beri hiç değişmemişti. O da evin bir bireyiydi sanki, bizden tek farkı pek konuşkan olmayışıydı. Belki de o bir şeyler söylüyordu ama biz lisanını çözememiştik henüz. Göz göze gelip birbirimizi şöyle bir süzdük, günlerdir aradığım yeni tat yıllardır aşina olduğum bu şişedeydi.

Birazını hemen bardağa boşalttım. Rengi demini almış çay ile aynıydı, kıvamı ise sudan farksızdı. Bugüne kadarki her yabancı tada yaptığım gibi onu da önce şöyle bir kokladım. Bana ortaokulda önünden geçtiğim buram buram fuel-oil kokan kazan dairesini hatırlattı. Şimdi sıra esas meseleye gelmişti: bu arkadaşı önce dudaklarım daha sonra boğazım ve yemek borumla selamlaştıktan sonra midemle tanıştırmak. Kadehi elime almamla birlikte aklıma, yeşilçam filmlerindeki röpteşambırlı fabrikatörler geldi. Bu o seçkin beyefendilerin yegane içkisi ve kötü adamarın bitmek tükenmek bilmeyen enerji kaynağıydı. Bir kaç damla yudumlamamla birlikte ''nıa nıa nıhahahaha'' diye küstah bir kahkaha atıverdim. Bardağın tamamı mideme indiğinde ise sanki korlaşmış bir kömür parçası yutmuş gibiydim. Boğazımdan, yemek boruma kadar her yeri yakarak ilerlemişti. Tadına gelince, benzin içmekten farksızdı. Gerçi daha önce benzin de içmemiştim ama içsem eminim bundan farklı bir tecrübe olmazdı.

Keşke tropik bir meyve tatsaydım dedim, belki de yöresel bir yemek daha akıllıca olurdu ama bir kez daha tembelliğime yenildim, yine kolay olanı seçtim yine mağlup oldum.

Murat Sezer

23 Nisan 2012 Pazartesi

Ben...

Ben bir iyilik timsali olurum, bir de kötünün kötüsü sinirlendiğimde.

Ben bir figüranım yaşam sahnesinde.

Ben bir şarkı söyleyemem, bir de sadece doğruları.

Ben bir bırakabilsem arkamdakileri daha hür olurdum.

Ben bir hayvan olsam, rakı şişesinde balık olurdum.

Ben bir işçi olsam 1 Mayıs’ ta uyurdum.

Ben bir kadın olsam dırdır eder dururdum.

Ben bir ünlü olsam kimseyi tanımazdım.

Ben bir çocuk olsam kaydıraktan kayardım.

Ben bir mahkum olsam kaşıkla tünel kazardım.

Ben bir kez olsun sadece ben olmak isterdim


Murat Sezer

21 Nisan 2012 Cumartesi

Nevişahsınamünhasır bir yazı ve muhteşem ben

Umudun tükendiği anlarda hiçbir şey yardımcı olmaz insana. Öyle anlar olur ki körün, herkesle aynı manzarayı gördüğü yerdesindir, dipte. O anlarda insanın varlık ya da yokluğa karar verebilmesi için yardımcı olacak tek şey 9 milimetrelik bir kurşundur ve ben kurşunu şakaklarımda severim.
Murat Sezer

17 Nisan 2012 Salı

Bir Vardı, Hep Vardı, Öyleydi, Böyleydi, Bitti

Kelebekler falan vardı, sonra çiçeklerden de söz edilebilirdi. Yeterlilik kipiyle çekimlenen bir hayatın sonu nasıl olurdu? Yani bütün bunların cevabı yoktu, olmalıydı. Sonra apartman boşluğu vardı, korkutucuydu. Kafasız adamlardan söz ediyordu babam, kafasız adamların yollarını nasıl olup da bulduğunu bir türlü anlamıyordum. Babam gri takım elbise giyiyordu ve Sean Connery’den çok daha yakışıklıydı, yemin ederim ki. Sonra sabah oluyordu, sabah hep çok çabuk oluyordu. Uykum yastıkta kalıyordu. Önce Galatasaray Hasan Vezir’i kaçırıyordu, sonra Fenerbahçe Semih’i. Sonra biz kulağımız radyoda maç dinliyorduk.
Birileri evleniyordu, Kurtuluş Parkı’nın etrafındaki duvarlar yıkılıyordu, Ulus’taki Akman pastanesi sosisli sandviç yapıyordu. Sandviç diye yazılıyorsa neden sandöviç diyordu bazıları?
Mavi trenler, permiler, yaz tatilleri, kırmızı bavullar, şekle girmeyen kıvırcık saçlar, çekme çikolatalar, kırmızı fesli koca küpeli zenci masklar, Pembo ve Tipitip maceraları, kiraz ve erik ağaçları, karadut dondurması, denize uçan Laura Inglas şapkaları falan vardı sonra. Çiçeklerden de söz edilebilirdi. İhtimaller o zaman da güzeldi.

Mektuplar İyidir-17

17 Nisan

Sevgili E.B,

Bugün uzun, upuzun kuyruklar gördük. Başka seçeneğimiz yok ki, diyen bir sürü insanla aynı kulvardayız artık. Halimize gülsek mi üzülsek mi bilmiyorum. Umursuyor muyum? Elbette hayır.
Araya zaman girse de bazı insanların kıymetinin değişmediğine şahit olduk, yine birlikteydik. Sahi, can kardeşim son zamanlarda ne çok şeye şahit olduk.
Her an karar değiştirebileceğimden eminsin, ben senden eminim. Kendime dair en ufak bir kesinlik taşımıyor düşüncelerim.
Ama konu sana gelince… Biliyorum ki yanımdasın, yanımda olacaksın.
Yine futboldan konuştuk, anlam veremediğimiz cümleleri masaya yatırdık. Küçük bir oyun oynadın bana, seni kandıramayacağımı bir kez daha anladım.
Her şey çok mu iyi sevgili E.B, değil. Yine de mutlu olacak bir şeyler buluyoruz işte. Adını bilmediğimiz bir çiçeğimiz var artık, pencere önünde. Real Madrid, Bayern Münih’i yener mi dersin? Oran 2,30 ama olsun.
İyi ki varsın can kardeşim, iyi ki varsın.
Bir dahaki buluşmamızda yapılacak işler listesi hazırlamalıyız, eski bir şehre gidip ev bakmayı listenin ilk sırasına yazmalıyız.
Önümüzdeki ay görüşene kadar esenlikler dilerim. Sensiz tadı yok buraların, hatırlatayım istedim.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Köpeksiz köydeki değneksiz adam

Ben en çok kendimi severdim sonra çocukları. Bir ara birini daha severdim ama şimdi pek önemsemiyorum. Sigara dumanı altında geçirilen alkol kokulu gecelerin tümünü ona adıyorum.Geriye kalan geceleri ise genelde hatırlamıyorum. Sorular sorardım eskiden, sormadığım zamanlarda ise meraktan içim içimi yerdi ama artık hiçbir şeye hayret etmiyor, ilgi duymuyorum. Yoksa uzun zaman önce öldüm de biri bana haber vermediği için mi bu garip haldeyim. Gazeteye ilan verirdim ''kendimi kaybettim arıyorum'' diye ama ''deli'' derler diye cesaret edemiyorum. Deli denmesinden değil birilerinin beni ciddiye almasından korkuyorum. İşte öyle bir şey...

MURAT SEZER

11 Nisan 2012 Çarşamba

Mektuplar İyidir-16

11 Nisan

Sevgili E.B,

Sen olmayınca konuşmanın bir önemi yok, yokmuş yani. Görüşmediğimiz aylar öğretti bana. Kaç yaşına gelirsek gelelim bir şeyler öğrenmeye devam ediyoruz, öyle değil mi? Leyleklerin kocaman kanatlarına şaşıyoruz bazen, bazen korkuyoruz. Yağmur yağıyor sonra, bir pencere kenarına ilişip insanları seyrediyoruz.

Aylar geçiyor, yaş alıyoruz, değişiyoruz, geçmişe dönüyoruz, birbirimizin cümlelerini tamamlıyoruz, hayal kuruyoruz, en son ne zaman tatil yaptığımızı hatırlamıyoruz, eski şehirlere yeni umutlar taşımayı planlıyoruz.

Hayallerin gerçek olma ihtimali elbette var can kardeşim, bu yaz yeni yollar düşecek payımıza. Biblolarımızla, kitaplarımızla, çizgi romanlarımızla taşınacağız iki yazı masasından başka bir şeye ihtiyaç duymayacağımız, kocaman balkonlu yeni evimize.

Eve dönerken mor bir Afrika menekşesi aldım kendime, pencerenin önüne yerleştirdim. Afrika menekşeleri dayanıklı oluyormuş, bizim gibi. Atlattığımız onca badireden sonra sevgili kardeşim bu yaz denizi göreceğiz. Yazacağımız onca hikâye, okuyacağımız onca kitap, güleceğimiz saçma sapan bir sürü şey var daha. Yarın yola çıkacaksın yine, kalbin bir süreliğine mengeneye sıkışacak. Sonra geleceksin, aynı yerde aynı saatte buluşacağız. Uzun uzun sarılacağız birbirimize. Birbirimizin gözlerinin içine bakacağız.

Sonbahar gelecek sonra, sonbaharda arkadaş olduk biz. Kış geldi, kardeş olduk.

Sevgili kardeşim, uydurduğun kelimeleri bile sevmekteyim.

Mektuplar İyidir-15

11 Nisan

Sevgili L.G,

Çabucak geçen aylar sonunda buluştuk bugün.Ne kadar özlediğimi görünce daha iyi anladım. Hiç yaşlanmamışsın hâlâ ilk gördüğümdeki gibisin. Ayrıca akşam saatlerinde havanın aydınlık olması sana da garip gelmiyor mu?

Ne zamandır bu kadar iyi görmemiştim seni. Gülüşün içimi acıtmadı aksine ben de daha çok neşelendim senin gözlerindeki mutluluğu görünce. Tek gördüğüm neşe de değildi üstelik umut da gördüm. Yine planlar yaptık, yazı hayal ettik. İçinde kum, güneş ve tuzlu su olan tatiller üzerine konuştuk. Ne dersin hayallerin gerçek olma ihtimali var mı?

Eski şehirlere yeni fikirlerle gitmek lazım bir de onlarca bibloyla. Yine sonbaharı bekleyelim biz çünkü bir sonbahar gününde arkadaş olduk biz. Sarı günler uğurlu geliyor bize.

Ayrıca yerel illerimizden birinde peynir sündürmesi yiyelim mi bir gün?

10 Nisan 2012 Salı

Günlük-3

Sevgili Günlük,

Öyle ya da böyle ya da şöyle geçiyor zaman. Sonuçta kendimizi boşuna yoruyoruz, her şey boş. Şimdi bu fikri, böylece olduğu gibi yani kabul edince kabul etmek bir yana bu cümlenin idrakine varınca bir şeyler için endişe etmeyi bırakıyorsun.
Bırakmalısın yani. Cümleyi idrak ettiğin halde bir şeyler için telaşlanmaya devam ediyorsan ciddi bir algı problemi yaşıyorsun demektir. Tanıdığım iyi nörologlar var, adlarını verebilirim. Psikolog ismi öneremem, tanıdığım herkes psikologa gidiyor oysa. Herhangi birinde bir değişiklik sezinlemedim, henüz. Freud’a inanmamam psikolojiyi bilim olarak görmeme engel teşkil ediyor olabilir, her şey imkân dâhilinde zaten.
Kendimi, yaşadıklarımı anlatma fikri beni rahatsız ediyor, huzursuz belki. Yaşadıklarımdan mutlu olsaydım, bütün yaşadıklarımdan yani yine de anlatmak istemezdim. Sürekli aynı şeyden söz etmek çok sıkıcı değil mi? Ve evet, sürekli aynı şeylerden söz ediyorum ben de.
Sıkıcı olmadığımı hiçbir zaman iddia etmedim zaten.
Ayrılık diyorum, yalnızlık diyorum, kimi zaman aşk diyorum, bolca sevgiden falan söz ediyorum. Kitaplar diyorum, filmler diyorum, hayatın kendi ritmi var diyorum. Çocuklardan, fotoğraflardan, kimi zaman parasızlıktan, kimi zaman ön yargılardan söz ediyorum. Ahkâm kesiyorum, şikâyet ediyorum. Çıkmadığım yolculukları, cesaret edemediğim bir sürü şeyi anlatıyorum. Acımın eşsiz olduğuna inandırıyorum kendimi ve elbette sevgimin, suskunluğumun. İçkiden, sigaradan, adamlardan, kadınlardan yola çıkıyorum sonra hiçbir yere varamıyorum.

Sevgili Günlük,

Birini seviyorsun, çok seviyorsun, olağanüstü seviyorsun, tarifsiz seviyorsun, sorgusuz sualsiz seviyorsun. O kadar seviyorsun ki karşındaki bu kadar sevgiyi ne yapacağını şaşırıyor. Sonra gidiyor; alışkın olmadığımız şeylerden korkmamız ve korktuklarımızdan kaçmamız öğretilir çünkü bize. Bizden farklı değil ki o da. Gidiyor, ardından biz bu kadar sevgiyi ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ağlamak, sızlamak, nefret etmek, gece yarısı telefon etmek, arada sırada görüşelim demek, bize gönderdiği ve üşenmeden bir deftere kaydettiğimiz mesajları tekrar tekrar okumak, karşılaştığımız ilk an’ı unutmamaya çalışmak, her şeyden geçtim rüyamda görsem bile razıyım diye Tanrı’ya dua etmek gibi saçma sapan şeyler yapıyoruz. Zaman her şeyin ilacı, her ilişki eninde sonunda biter diye başlayan teselli cümlelerinden, o hayatına devam ediyor sen de unutmalısın diyen ortak arkadaşlardan, birlikte gittiğimiz barlardan, kitapçılardan, sevdiği yazarlardan, tuttuğu takımdan nefret etmeyi öğreniyoruz sonra. Artık kimseyi sevemeyeceğimizi o kadar çok tekrar ediyoruz ki. Öğrenmenin ilk şartıdır oysa tekrar etmek.
Biz bu acıyla baş etmeye çalışırken hayat devam ediyor. Mevsimler geçiyor, yağmur yağıyor, havalar bir ısınıp bir soğuyor, bir yerlerde birileri ölüyor, bebekler büyüyor, komik şeyler oluyor, birileri boşanıyor, birileri evleniyor, taşınanlar, kavga edenler, mutlu olanlar, ağlayanlar, sızlayanlar, şikâyet edenler, parasız kalanlar, ev sahipleri, kiracılar, yolcular…
Öyle ya da böyle ya da şöyle geçiyor zaman. Unutmak yazıldığı kadar kolay değil elbette, hatırlamak o kadar da gerekli değil.
Ne diyordum? Sıkıcı olmadığımı hiçbir zaman iddia etmedim ki ben.

Sonra...

Şimdi diyelim ki sen birini seviyorsun. O kadar seviyorsun ki, senden başka kimseler bilmiyor böyle sevmeyi. Çayı kaç şekerli içtiğini, en sevdiği rengi, hangi kalemi kullandığını, iş yerinde kime kızdığını, annesinin kızlık soyadının ilk iki harfini, en büyük korkusunu, defterlerini, sevdiği sokakları, yolculuklarda mutlaka uyuduğunu, birayı içiş hızını, yüzünde aniden beliren o gülüşün anlamını, bir zamanlar kimin canını acıttığını, fotoğraflarını, gördüğü en güzel yüzün sana ait olmadığını, kendine bile itiraf edemediklerini, sevdiği şarkıları, okuduğu kitapları, anlamadığı filmleri, sigarayı tutuşunu, özlediklerini, sızılarını, tartışmaları mutlaka kazandığını, çok az ama çok güzel kahkaha attığını, çocukluğunu, hangi yemeği sevdiğini yani işte hepsini biliyorsun.
Şimdi diyelim ki sen birini seviyorsun. O kadar seviyorsun ki, başka kimseler bilmiyor böyle sevmeyi.

8 Nisan 2012 Pazar

6 Nisan 2012 Cuma

Günlük-2

Sevgili Günlük,

Hâlâ 6 Nisan Cuma, çay içmenin ne önemi var benim için sence? Yani elbette cevap vermeni beklemiyorum, yine de cevap verebilsen muhteşem mi olurdu?
Çay içmenin diyorum. Biri “Çay içelim.” dediğinde hemen gülümsüyorum ben. Çay içmek güzel şey zira, kokusu sonra. Çayın kokusu sana da güzel gelmiyor mu? Çok güzel belki de.
İçer misin diye sormadan çay demleyen arkadaşlarım var benim, ne mutlu bana. İş yerlerine gittiğimde istemeden daha bir bardak çay getiren…
Hani âşık olmaya başladığım; ama bunu kendime bile itiraf edemediğim adam çay içelim derse biraz daha âşık olurum ben ona. Biraz daha âşık olmak mümkünse elbette.
Kahve içmeyi de severim; ama çay kadar değil. Uyanır uyanmaz çay içmeliyim kendime gelmek için. İnce belli bardakta olursa ah pek hoş olur. Ama kocaman kupalarda da çay içebilirim ben.
Çay içmenin samimiyetle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum ben, yanlış mı? Kahve daha resmi geliyor bana. Bir bardak kahve içtikten sonra hemen ikinci içilmez sanki. Ama ikinci bardak çay, üçüncüsü…
Gecenin bir yarısı üşenmeden çay demliyorum bazen, üzülmüşsem, mutluysam, üşümüşsem, keyifliysem…
Yazın limonlu çay içip ayaklarımı balkon demirlerine uzatıyorum. Kitap okurken, film seyrederken, sevgilime hiç gönderilmeyecek mektuplar yazarken, ağlarken, sohbet ederken çay içiyorum.
Çay içmenin samimiyetle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Âşık olmaya başladığım; ama bunu kendime bile itiraf edemediğim adam çay içelim dediğinde biraz daha âşık oluyorum ona. Biraz daha âşık olmak mümkünse elbette.

Günlük-1

Sevgili Günlük,

Otuz yıllık hayatımın belki de en zor günlerini yaşıyorum. Zor evet; ama her şey gibi bu zorluklar da bir gün sona erecek. Umudumu kaybettiğim anlar olsa da çoğu zaman farkındayım bu gerçeğin. Sağlığın ne kadar önemli olduğunu, görmezden gelsek de paranın gerekli olduğunu yaşaya yaşaya öğrendik; aman ne güzel.
Ama...Bütün bu karmaşanın, gelgitin arasında daha önemli bir şeyi hatırladım ben. Aile... Her şeyden daha önemli, daha kıymetli.
Dün gece kahkahalarla gülüyorduk, her şey çözüldü mü? Hayır! Sevdiğin insanların, ailenin yanında olması mutlu olmaya yetiyormuş.
Otuz yaşında mı fark ettim bunu? Elbette hayır. Ama otuz yaş ilginç bir yaşmış, evet çok ilginç.
Bugün 6 Nisan Cuma, başka bir gün görüşmek üzere hoşça kal sevgili günlük.

** Bugün ne öğrendik? Bütün sıkıntılar gelip geçiciymiş, sağlık önemliymiş, para gerekliymiş; ama en önemlisi aileymiş. Şimdi gidip ailemizle şöyle keyifli bir çay içmeli. Bu arada birilerinin aileden olması için öyle akrabalık falan gerekmiyormuş. Bunu da yazmadan öğrendik. Aferin, dağılabiliriz.

3 Nisan 2012 Salı

Mektuplar İyidir-14

4 Nisan

Sevgili E.B,

Bütün ağaçların adını bilseydim keşke, bütün çiçeklerin, bütün kuşların. Bilmiyorum, bilmediğim bir sürü başka şeyle birlikte orada öylece duruyor. Bahar gelince yani özellikle bahar gelince başlıyor keşkeler. Başka türlü olabilir miydi hayatım, belki de hayır.

Bazı ağaçların adını biliyorum yine de sevdiğim birkaç ağaç var. Çınar var, karadut var, salkım söğüt var, ıhlamur var. Bazı yörelerde ıhlamur ağacı dikilmez, gölgesinde kötü ruhlar yaşadığına inanılır. Severim ben ıhlamur kokusunu, kötülüğe aşina bir ruhum olabilir mi?

Deniz özlemi bu belki de, bozkır çocuklarının genelinde görülen. Sen martıları özler miydin, vapurları falan? Bu konuda hiç konuşmadık sanki. Sanki aylardır susuyorum, yoksun ve ben kimseye anlatamıyorum ne hissettiğimi. Gerçi ne hissettiğimi de bilmiyorum ki.

Çiçekler diyordum, bazıları çok güzel. Sümbül mesela, leylak sonra, nergis, papatya ve hüsn-ü Yusuf. Limonata içmek lâzım; ama pastane limonatası. Uzun, ince bardaklarda…

Can kardeşim gel seninle uzun bir yolculuğa çıkalım. Tren yolları, otobüs terminalleri, vapurlar hepsi olsun içinde. Beyaz, sabun kokulu pikeler, ağaç gölgesinde kahvaltı sofraları, deniz, balık, rakı, yıldızlar, şarap, şarkılar sonra, yol kenarında zeytin satan yaşlı teyzeler…
Hepsi olsun. Her şeyi ardımızda bırakalım, ne para kazanma telaşını götürelim yanımızda ne de hak etmediğimize inandığımız onca kötülüğü.

Can kardeşim bu hikâyeyi de yarım bırakalım.

Mektuplar İyidir-13

28 Mart

Sevgili L.G,

Bugün her şeyde bir eksik vardı. Havada, sende, bende. İşaretlerden bahsetmişsin iki gözüm, biz hiçbir zaman işaret ve işaretçilere uymayız ki. Uysak ya bir yolumuz olurdu ya da yolsuzluk çoktan yolumuz olmuştu.

Toprağa ektiğin tohumlar bile olması gerekenden erken boy veriyor, tıpkı ektiğin umutlar gibi. Yaza kadar bir şeyler olmalı artık.

3 vakte kadar sana yol görünüyor bunu görmek için ne telveye bakmaya gerek var ne de falcı olmaya. Kafan yine karışık yine hangi tarafa sapman gerektiğini bilmiyorsun, akışına bırak su akar yatağını bulur elbet.

Yenilgiler var bir de, bazen yenilmek daha çok şey kazandırıyor insana. Aldığım son yenilginin ne kadar yerinde olduğunu gördüm. O yüzden sıcağıyla anlamıyorsun bazen biraz soğumasını beklemek lazım.

Duydun mu bahar geliyormuş, ağaçlar çiçek açacak ya biz?

Yan Etkiler-7

Her şeyin birbirine karıştığı zamanlar vardır. Doğruyla yanlış, iyiyle kötü… Hayata dair bütün büyük sözcükleri sıralayabilirsin, işte hepsinin birbirine karıştığı zamanlar.
Aşktan ya da ayrılıktan söz etmiyorum. En kötüsü aşk ya da ayrılık değildir çünkü. Ve her zaman en kötüsü vardır. Daha çok acı vereni. Sen işte acıyla baş etmeye çalışırken konuşup duran birileri de vardır. Onlar hep konuşur zaten.
Dinlememek bir seçenek olabilir; ama seçimlerin kolay olduğunu da nereden çıkardın?

İlk Aşka Ağıt

Uzun zamandır böyle heyecanlanmamıştı. Zaten hiç heyecanlanmazdı ki o, her zaman her şeye hazırdı.İlk kez avuçlarının içi terlemiş, dizleri titremiş hatta yutkunamamıştı bile. Dedim ya uzun zaman olmuştu, hatıralar tozlanmış, içindeki ateş küllenmişti. Kalemi eline almayı düşündü ama tutamadı. Ellerini beyaz kağıtların üzerine koyup sırtını sandalyeye dayadı. Sahilde deniz havasını içine dolduruyormuşçasına derin bir nefes aldı. Nereden başlaması gerektiğini düşündü bir ara ama nereden tuttuysa elinde kaldı. O, titreyen elleriyle onları da tutamadı. Saçlarını karıştırdı, nice zamandır uzattığı tırnaklarını sinirlenip kafa derisine geçirdi, sigara içmezdi yine de bir sigara yakıp iki parmağının arasına aldı. Senelerdir yazmayışı onu sadece köreltmemiş körleştirmişti de. Önce sevdiklerini göremez olmuştu, sonra iyiyi ve kötüyü göremedi, en son beş metre ötesini bile seçemez olmuştu. Kalemi en son eline aldığı zamanı da hatırlayamadı. Tek hatırladığı çengel bulmacada gördüğü bir dizi oyuncusuna bıyık çizdiğiydi. Derin yüz çizgilerine doğru bir iki damla yaş süzüldü. Belki hatıratı aklına gelmişti belki de sadece sigara dumanı kaçmıştı gözüne çünkü sigara içmeyi de bilmezdi o. Elinin tersiyle önce o anlamsız birkaç damlayı sildikten sonra son gücüyle kalemine sarıldı ve o sözcükleri yazdı:

İlk aşka ağıt...

Murat Sezer