21 Mayıs 2014 Çarşamba

Başka bir yer, bambaşka bir hayat mümkün mü? Bırakıp gitme fikri kanına dokunuyor oysa. Sevdiklerini, yaşadığın her şey, evini, ölülerini ardında bırakıp nereye gideceksin ki? "Ben bu ülkeden sıkıldım, yoruldum." deyip kimseyi tanımadığın, kimsenin seni tanımadığı bir yerde yeni bir hayat kurmak... Kulağa kimi zaman hoş geldiğini de kabul etmelisin.

Sevdiğin adamla aranda şimdilik kilometreler var; ama çok yakın bir zamanda aynı sokaklarda yürüyeceksiniz. Birini sevmek aslında çok acayip değil mi? Hiç tanımadığın biri geliyor, en kıymetlilerinden biri oluveriyor. Birini sevmek çok kolay, bunu şu yaşında öğrenmiş olman hayatın komik bir oyunu nihayetinde. Yan yana olmaktan daha önemli şeyler olduğunu o adam öğretti sana, hayatına kattığı onca şeyden biri bu. Bu bile onu çok sevmen için yeterli aslında. Onu düşündüğünde gülümsüyorsun, adını söylemek hoşuna gidiyor. Mutlu olmaktan utanılır mı? Sen utanıyorsun, mutlu olmaktan, yaşadığın ufacık sorunlarını kafana takmaktan...

İnsanların evlerine ateş düşüyor, üzülüyorsun; üzüntün öfkeni körüklüyor. Öfkelenme zamanı şimdi, bunu biliyorsun. Susup acı çekmenin değil, hesap sormanın zamanı. Kendini çok çaresiz hissediyorsun bazen, bazen çok yorgun, sonra yalnız olmadığını fark ediyorsun. Yalnızlıkla kimsesizlik arasındaki farkı kimi zaman sen bile karıştırıyorsun.

Kitaplara sığınıyorsun, şarkılardan fal tutuyorsun, dost masalarında hafif sohbetlere dalıyorsun. Tanıdığın insanların çok azına saygı duyman kimin hatası bilemiyorsun; inandığın her şeyin yerle bir olduğunu defalarca görmüş olmanın getirdiği acımtırak gücü sevdiğini çok az insan biliyor. Uzun cümleler bazen ne de güzel oluyor.

Bir ev hayal ediyorsun, nohut oda bakla sofa derler eskiler öyle bir ev. Sizinle birlikte yaşayan bir ev, gelenin gidenin bol olduğu, kimi zaman kahkahalı, kimi zaman kızgın, kalabalık sofralar, orada burada kahve fincanları, kitaplar, dergiler, Messerschmitt Me serisi maketleri, Heinkel He 162 de olabilir, fotoğraflar... Az kaldı, biliyorsun.