11 Aralık 2015 Cuma

Bir gün daha bitiyor. Yeni hiçbir şey yok. Her şeyin aynı kalması bazılarına iyi geliyor, bana değil. Kapıları çarpıp çıkıp gitmiyorum, hayır korkak değilim. Sadece yorgunum. Biraz da başım ağrıyor, hepsi bu. Hepsi sadece bu.
Ankara soğuk, soğuğa kolay alışılmıyor.

Henüz kar yağmadı, şükür ki henüz kar yağmadı. Kar romantiklerinden değilim ben. Karın yağmasını büyük bir sevinçle karşılayamıyorum ne yazık ki. Yolların kapanması, buz tutması nasıl bir sevinç kaynağı olabiliyor, anlayamıyorum. Sıcacık evlerde, pencere önünde sıcak çikolata içerken kar gözünüze sevimli görünebilir de yakacak hiçbir şeyin olmadığı evlerde kış da kar da büyük bir coşkuyla karşılanmaz. Bunu akılda tutmak gerekir.

Seğmenler ve Kuğulu yazlıkçıları çekildi çoktan. Bu zamanlarını daha çok seviyorum ben. Bulvar'a çıkarken Tunalı Dost'a uğruyorum. Kitaplarımı Dost'tan ve İmge'den almayı seviyorum hâlâ, dergileri Turhan'dan. Gerçi "küçük" İmge ve "küçük" Dost kapandığından beri bir parça huzursuzum.

Limonlu çay içiyorum, sıcak şarap içmeyeli çok zaman oldu. İzlemeyi çok istediğim kimi oyunlara bilet bulamıyorum, bu duruma üzülmekten ziyade seviniyorum. Bu kış kitaplara daha büyük bir heyecanla sarılıyorum. Bir dönem hiçbir şey okuyamamanın getirdiği güzel bir açlık belki de bu.

Hayatımı temize falan çekmekten vazgeçtim, yeni bir sayfa açtım.Herkesi affettim, kendimi affetmem biraz daha zaman alabilir elbette. Huzurun kıymetini anladım galiba, daha sakin yaşıyorum hayatı. Şu an için bu durumdan rahatız olmuyorum. Mutluluk ya da mutsuzluk gibi dertlerim yok. Olacak olan olur, yaşanacak olan yaşanır nasılsa. Dolaplarımı, kütüphanemi, çekmecelerimi temizliyorum. Fazlalıklardan kurtulmanın dayanılmaz hafifliğiyle yüzleşiyorum. Afrika atasözlerini sevmeye başladım, kendi kendime tekrar ediyorum "Leoparın kuyruğunu asla tutma, tutarsan asla bırakma."

Kışın iki kişilik bir mevsim olduğuna kendimi inandırdığım zamanlar vardı, bu kış değil. Bundan şikayetçi değilim. Eldivenlerimi seviyorum.

Ankara soğuk, soğuğa kolay alışılmıyor ama.

17 Kasım 2015 Salı

Sevgili T,

Mesele varsa iyi, mesele varsa hayattayız demektir. İyi ya da kötü hayattayız demektir. Sorular konusunda cevval, cevaplar konusunda tereddütlüyüm. Sen iyisi mi bana ne dersen de.


Sevgili T,
Bu sabah seni düşünerek uyandım. Kendi öyküsüne sahip çıkabilenleri düşündüğüm için aklıma geldin belki de. Bir deniz kıyısı düşündüm, uzun uzun denize baktığını hayal etmedim ama. Bu kadar duygusallık senin için fazla. Sokaktan geçen kedilerden, hafif hafif esen rüzgârdan söz edip canını sıkmayacağım, merak etme.

Hayatı alt üst etmek gerekiyor bazen, bazen temize çekmek, bir süre susmak gerekiyor. Bütün bunların faydalı olduğu zamanlar var. İyiyle kötünün, doğruyla yanlışın hiçbir anlam taşımadığı zamanlar da var. Kimse kimseyi gerçekten sevemez belki de dostum. Kimse kimseyi gerçekten dinlemiyor nihayetinde.

“Nedir, mesele nedir?” bakışını da takındığına göre mektubu bitirme zamanımız gelmiş demektir.


Sevgili T. dikkat et kendine, mümkün mertebe.

11 Kasım 2015 Çarşamba

Kendi ellerimle kazdığım siperde uykuya yenik düşmemeye çalışıyordum. Bilenler bilir uyursan ölürsün. Sabah olmak üzereydi. Burada savaş vardı, 2530 gündür süren bir iç savaş. Mataramda biraz cin biraz kahve… Bir yudum içtim. Kenarı oyalı beyaz mendilimi çıkardım, incelikler en çok savaşta lâzım, karşı siperlere doğru salladım. Çıktım siperden, arkama bakmadan yürümeye başladım.

Beynimin oksipital lobunu (“Kafamın tam yanından geçti lan” dediğim mermi alıp götürdü) , sol kolumu ve böbreğimin bir tanesini kaybettiğim için aldığım madalyaları, parkamı, içinde biraz cin biraz kahve olan mataramı, yarısı yenmiş peksimetimi ve sararmış bir fotoğrafı kendi ellerimle kazdığım siperde bıraktım. Arkama bakmadan yürüdüm.


Ayakların bir hafızası vardı sonuçta, kalbin bir hafızası. 2530 gün sonra beni hiç sevmediğini, beni sevmeyi beceremediğini, beni sevmeyi muhtemelen hiç istemediğini fark ettim. İç savaşmış, yenile yenile kazanmayı öğrenen ordularmış, vapurlarmış, içli şarkılarmış, inandığın her şeyin yerle bir olmasını görmekmiş, gereğinden güçlü cümleler kurmakmış falanmış filanmış. Arkama bakmadan yürüdüm. 

27 Eylül 2015 Pazar

KALECİLERİN KAHRAMAN OLDUĞU NEREDE GÖRÜLMÜŞ?

“Kaleci ha? Kaleci olacakmışım, yok ya?” diye söyleniyordu Dora. Hızlı hızlı yürüyordu, arada bir kolunun altına sıkıştırdığı futbol topunu düşmesin diye düzeltiyordu. Bahçe kapısını sertçe açtı. Kolunun altındaki topu apartmanın merdivenlerine doğru savururken “Ben onların futbol topumla oynamalarına izin vereceğim, onlar beni kaleci yapacak. Yok, öyle yağma.” diye bağırdı. Top, merdivenlerin en üst basamağından sekip Dora’nın başına çarptı.

Dora acıyla “Ahh!” diye inledi. Merdivenin en alt basamağına oturdu. Yüzü sıcaktan, sinirden kıpkırmızı olmuştu. “Kalecilerin kahraman olduğu nerede görülmüş?” diye söylendi. Başı çok acıyordu, gözlerini kapatıp acının dinmesini beklemeye karar verdi.

“Uluslararası turnuvalarda tam 1142 dakika gol yemeyen Dino Zoff bir kahraman bana kalırsa.” Dora, gözlerini sinirle açtı. Merdivenin başında duran uzun boylu, sakallı adam biraz önce başına çarpan topu gülümseyerek ona uzatıyordu.

Dora, adamın uzattığı topu hırsla aldı. Bacaklarının arasına koydu. Dino bilmem ne de kimdi? “Dino Zoff, İtalyan bir kaleci” dedi adam, Dora’nın aklından geçenleri okumuş gibi. Hiçbir şey söylemeden Dora’nın yanına, merdivenlere oturdu.


“Kariyeri boyunca 150 penaltı kurtaran Lev Yaşin de bir kahraman mesela.” “150 penaltı mı kurtarmış?” diye sordu Dora. “Evet.” dedi adam gülümseyerek.  Başını çevirip Dora’nın gözlerinin içine baktı. “Kaleciler bir takımın ruhudur.”

SAYIKLAMALAR 5690


 - Kalbimizi karanlık ele geçirmiş bizim.
- Zannettiğinden daha temiz bir geçmişimiz var Serdar.
- Zannettiğinden daha boktan adamlarız Muhittin, bu durumla artık yüzleşmelisin.
- Yüzleşmek komik bir kelime hafız.
- Kelimelerin komikliğinden söz edecek kadar anlıyorsun yani bu işlerden hacım.
- Beni bir şeye benzetemedin galiba doktor.
- Seni hiçbir şeye benzetemedim Muhittin, sen hiç rahatsız olma.
- Rahatsız edeceğim ben seni Serdar, sen hiç merak etme.
- Sevmek bu kadar zor olmamalıydı be hacım.
- Sevmek çok kolay da bizi sevmek çok zor doktor.
- Ne zorluğumuz var ki bizim Serdar? Mis gibi adamlarız neticede.
- Neticelere bakacak olursak Muhittin müstesnayız.
- Bu gece içmesek hafız.
- Sağlıklı yaşam zımbırtılarına mı takılıyorsun artık oğlum?
- Kafamız bir dünya olmasa diyorum.
- Bizim kafamız doğuştan güzel hafızım, içmeden hatıralara kafalama dalmak tehlikeli hem.
- Tehlikeden korktuğumuz hiç olmadı ki bizim Serdar.
- Kaybedecek bir şeyimiz olmadığı için bu kadar aptalız belki de Muhittin.
- Kendi adına konuş.
- Sen benden daha akıllısın değil mi hacım?
- Elbette senden daha akıllıyım Serdar.
- Benden akıllı olduğun için iki kere evlendin.
- Akıllı her insan mutlaka zihin tutulması yaşar.
- Senin zihnin iki kere tutuldu lan, sonucunu bile bile aynı hatayı yaptın.
- Aynı hatayı yapmak da güzel be doktor.
- Sana her şey güzel nasılsa oğlum.
- Gidip rakı alsana Serdar.
- Olur paşam, meze falan da hazırlayayım istersen.
- Yok hacım, o kadar zahmet etmene gerek yok. Biraz peynir, biraz beyaz leblebi yeter bana.
- Üşengeçliğinden nefes almayı bırakacaksın neredeyse, git de kendin al rakıyı.
- Ben zaten fotosentez yapıyorum doktor, benim için endişelenme. 

21 Ağustos 2015 Cuma

Öğleden Sonra Sayıklamaları- 7659

Erikli kekim, kimse kimseyi gerçekten sevemez. Gel, önce bunu kabul edelim. Bunu kabul edince hayat daha sakin, daha kolay bir hâl almayacak elbette. Kelimelerin ve kabullerin bu kadar güçlü olduğuna inanmıyorum.

İnandığım bazı şeyler var yine de fıstıklı kurabiyem. Kitaplara inanıyorum mesela, bazı şarkılara, bazı filmlere, çaya, rakıya, yanında domates suyu olan votkaya, fotoğraflara, fındıklı akide şekerine, toz zencefilin kokusuna, yeşil erikle bira içmeye, mektuplara, gülümsemeye, birine sarılmanın dayanılmaz hafifliğine inanıyorum. Gereksiz bir romantizm peşinde değilim, inandığım şeylerden yola çıkıp vıcık vıcık bir pembeliğe ulaşmaya çalışma rica ederim.

Hayattan umudumu kesmiş falan da değilim üstelik sadece kimsenin kimseyi gerçekten, tam anlamıyla, sevemeyeceğini düşünüyorum. Eğer haklı değilsem bana, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri neden değiştirmeye çalıştığımızı anlatmalısın. Cümlenin uzunluğu gözünü korkutmasın balıklı turtam. Cevabını dört gözle beklemekteyim.

Ahkâm kesmeyi elbette seviyorum yeşil fasulye reçelim; alsana şu tüfeği duvardan, benim ellerim ıslak.*


* “ertan, alsana şu tüfeği duvardan benim ellerim ıslak.” Ah Muhsin Ünlü

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Soğuk bira var masada, sonra sigara paketleri, tuzlu fıstık falan var. Masada senin aklından geçenler, benim sustuklarım var, geçmişimiz var, o geçmiş sayesinde vardığımız menzil var. Geleceğimiz var. Evde olmanın huzuru gibi bir huzur var, tanıdık bildik, keyifli üstelik.

Mesafe diye bir şey varmış, öyle diyorlar. Birkaç hafta sonra aynı şehirde nefes almaya başlayacak olmanın neşesi var masada.

Biz varız, saklanmadan, sakınmadan.

26 Ocak 2015 Pazartesi

Ankara'da yaşayan, hafta sonları çocuklara ayıracak iki saati olan, maddi bir beklentisi olmayan öğretmenler, mühendisler, fotoğrafçılar, yazarlar, çizerler, tasarımcılar, yazılımcılar vb. bir araya gelsek, çocuklar için bir şeyler yapsak...

Ne mi? İlgileniyorsan bir mail gönder, neler yapabileceğimizi konuşalım, tartışalım ve  artık "iyi" bir şeyler yapalım: senoz.muge@gmail.com


5 Ocak 2015 Pazartesi

GÜNLÜK-7895

Biraz rüzgâr vardı; ama soğuk değildi. Yeni yıkanmış ferah bir balkondan bakıyorduk hayata. Mutlu değildik; mutlu olmak gibi bir derdimiz yoktu. En azından ben olmadığını zannediyordum. Sokaktan meraklı kediler geçiyordu, bunu oldukça romantik bulmuştuk. Biz, ikimiz, yan yana duran o iki gölge bunun oldukça romantik olduğuna yemin edebilirdik. Kimse kimseyi o kadar sevemezdi yani bizim birbirimizi sevdiğimiz kadar. O zamanlar sevginin karşılıklı olması gerektiğine inanıyordum. Artık yaşlandım.

Sabahın ilk saatleriydi henüz, henüz uyumamıştık. Yeni yıkanmış ferah bir balkondan bakıyorduk hayata. Çay demlemiştim. Çay her zaman iyi gelirdi. Neye? Uykusuzluğa mesela, mesela ayrılığa, ölüme değil ama. Yan yana durabilmenin ne kadar önemli olduğunu anlatıyordum orada burada. Herkes durmadan konuşuyordu. Herkesin durmadan konuşmasının hayra alamet olmadığını elbette biliyordum. Bütün bunlara aldırdığım söylenemezdi.

Biraz rüzgâr vardı; ama soğuk değildi. Biraz soğuk olsaydı elimi tutardı. Tanrı bu yüzden yaratmıştı soğukları. Kışın iki kişilik olmasını oldukça romantik bulmuştuk. Biz, ikimiz, yan yana duran o iki gölge bunun oldukça romantik olduğuna yemin edebilirdik. Henüz sevdiğimiz insanların hiçbiri ölmemişti, belki de bu yüzden bu kadar rahat ahkâm kesiyorduk.