10 Nisan 2012 Salı

Günlük-3

Sevgili Günlük,

Öyle ya da böyle ya da şöyle geçiyor zaman. Sonuçta kendimizi boşuna yoruyoruz, her şey boş. Şimdi bu fikri, böylece olduğu gibi yani kabul edince kabul etmek bir yana bu cümlenin idrakine varınca bir şeyler için endişe etmeyi bırakıyorsun.
Bırakmalısın yani. Cümleyi idrak ettiğin halde bir şeyler için telaşlanmaya devam ediyorsan ciddi bir algı problemi yaşıyorsun demektir. Tanıdığım iyi nörologlar var, adlarını verebilirim. Psikolog ismi öneremem, tanıdığım herkes psikologa gidiyor oysa. Herhangi birinde bir değişiklik sezinlemedim, henüz. Freud’a inanmamam psikolojiyi bilim olarak görmeme engel teşkil ediyor olabilir, her şey imkân dâhilinde zaten.
Kendimi, yaşadıklarımı anlatma fikri beni rahatsız ediyor, huzursuz belki. Yaşadıklarımdan mutlu olsaydım, bütün yaşadıklarımdan yani yine de anlatmak istemezdim. Sürekli aynı şeyden söz etmek çok sıkıcı değil mi? Ve evet, sürekli aynı şeylerden söz ediyorum ben de.
Sıkıcı olmadığımı hiçbir zaman iddia etmedim zaten.
Ayrılık diyorum, yalnızlık diyorum, kimi zaman aşk diyorum, bolca sevgiden falan söz ediyorum. Kitaplar diyorum, filmler diyorum, hayatın kendi ritmi var diyorum. Çocuklardan, fotoğraflardan, kimi zaman parasızlıktan, kimi zaman ön yargılardan söz ediyorum. Ahkâm kesiyorum, şikâyet ediyorum. Çıkmadığım yolculukları, cesaret edemediğim bir sürü şeyi anlatıyorum. Acımın eşsiz olduğuna inandırıyorum kendimi ve elbette sevgimin, suskunluğumun. İçkiden, sigaradan, adamlardan, kadınlardan yola çıkıyorum sonra hiçbir yere varamıyorum.

Sevgili Günlük,

Birini seviyorsun, çok seviyorsun, olağanüstü seviyorsun, tarifsiz seviyorsun, sorgusuz sualsiz seviyorsun. O kadar seviyorsun ki karşındaki bu kadar sevgiyi ne yapacağını şaşırıyor. Sonra gidiyor; alışkın olmadığımız şeylerden korkmamız ve korktuklarımızdan kaçmamız öğretilir çünkü bize. Bizden farklı değil ki o da. Gidiyor, ardından biz bu kadar sevgiyi ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ağlamak, sızlamak, nefret etmek, gece yarısı telefon etmek, arada sırada görüşelim demek, bize gönderdiği ve üşenmeden bir deftere kaydettiğimiz mesajları tekrar tekrar okumak, karşılaştığımız ilk an’ı unutmamaya çalışmak, her şeyden geçtim rüyamda görsem bile razıyım diye Tanrı’ya dua etmek gibi saçma sapan şeyler yapıyoruz. Zaman her şeyin ilacı, her ilişki eninde sonunda biter diye başlayan teselli cümlelerinden, o hayatına devam ediyor sen de unutmalısın diyen ortak arkadaşlardan, birlikte gittiğimiz barlardan, kitapçılardan, sevdiği yazarlardan, tuttuğu takımdan nefret etmeyi öğreniyoruz sonra. Artık kimseyi sevemeyeceğimizi o kadar çok tekrar ediyoruz ki. Öğrenmenin ilk şartıdır oysa tekrar etmek.
Biz bu acıyla baş etmeye çalışırken hayat devam ediyor. Mevsimler geçiyor, yağmur yağıyor, havalar bir ısınıp bir soğuyor, bir yerlerde birileri ölüyor, bebekler büyüyor, komik şeyler oluyor, birileri boşanıyor, birileri evleniyor, taşınanlar, kavga edenler, mutlu olanlar, ağlayanlar, sızlayanlar, şikâyet edenler, parasız kalanlar, ev sahipleri, kiracılar, yolcular…
Öyle ya da böyle ya da şöyle geçiyor zaman. Unutmak yazıldığı kadar kolay değil elbette, hatırlamak o kadar da gerekli değil.
Ne diyordum? Sıkıcı olmadığımı hiçbir zaman iddia etmedim ki ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder