21 Nisan 2013 Pazar

Hastane odalarının kendine has bir kokusu var, temizlikten falan söz etmiyorum. İlaç kokusu da değil, başka bambaşka bir koku. Hastanelerde insanlar birbiriyle bir anda kaynaşıyor, hastalıklar farklı olsa da acı ortak payda nihayetinde. Çarşamba gecesinden beri sedyeler, mr'lar, kan tahlilleri, serumlar, onca ağrı kesiciye rağmen geçmeyen baş ağrılarıyla boğuşuyorum. Yeni değil hiçbiri, insan alışır mı hastalık haline? Neyse...

Ağrı atakları arasında oturup düşünme fırsatı da oluyor insanın, hayatı düşünüyorsun. Ne kadar komik olduğunu, aslında her şeyin ne kadar basit olduğunu falan. Hayatın manasını bulmaya çok yaklaştığını bile zannediyorsun; ağrı kesiciler ve sakinleştiriciler sağ olsun.

Seni seven onca insanın varlığıyla mutlu oluyorsun. Varlıkları, sesleri, mesajları iyi geliyor. Güç kaybı nedeniyle üzerine basamadığın sol ayağını, uyuşan sol kolunu unutuyorsun. Gülümsüyorsun, havadan sudan konuşuyorsun, hastane odası evin oluyor birden.

Doktorlar, hemşireler odadan taşan o garip neşeli hali kimi zaman anlamıyor. Umursamıyorsun. Hastane odamı çarşambadan bu yana eve çeviren o güzel insanlar iyi ki varlar.

Bir süre daha buralardayız, duvarları mora boyasak olmaz mı?