Bugün hayatın garip ve eğlenceli oyunlarından biriyle daha karşınızdayız sevgili seyirciler.
Aklı başında herhangi bir insan evladının asla başına gelmeyecek şeyler neden bizim başımıza geliyor? Neden bir şey yapmaya karar verdiğimiz an çevremizdeki herkes “cık cık” sesleriyle kafalarını bir o yana bir bu yana sallıyor? Neden aynı güruh hiçbir şey yapmadığımız zaman “Ama böyle olmaz, bir şeyler yapman lâzım.” diye başlayan cümleler kuruyor?
Verdiğimiz her kararı eleştiren, bizi bizden iyi tanıyan, ne yapmamız gerektiğini bizden daha iyi bilen bu sevgili güruh neden kendileriyle ilgili kararları da bu kadar kolay veremiyor? Yargılanmamız, suçlu bulunmamız ve infaz edilmemiz neden en fazla beş dakika sürüyor? Arayıp sorulmayan olmamız normal de neden biz arayıp sormayınca umursamaz oluyoruz? Dünya bizim etrafımızda dönmüyormuş madem canına yandığımın dünyası kimin etrafında dönüyor? Biz dünyayla birlikte dönüyoruz ulan, nidaları neden hep iç sesimiz olarak kalıyor? “Bencilsin, dinlemiyorsun, bir şey anlattığımda beni yargılıyorsun.” diyen güruh üyeleri bu cümlelerin de birer yargı taşıdığını neden kabul etmiyor? Birini sevmeye cesaret ettiğimiz an yuvalarından kafalarını uzatan komşu teyze kıvamlı güruh hangi cesaretle “Kendini fazla kaptırma, nasılsa uzun sürmeyecek. Seni kim ne yapsın?” mealli cümleler kurabiliyor? Bizim geri zekâlı iç sesimiz bu ahmak cesareti ortadan kaldıramayacak kadar korkak mı?
Hangi samimiyet karşındakinin canını yakan cümleler kurmayı haklı çıkarıyor? Açık sözlü olmakla tam bir bilmem ne çocuğu olmak arasında ne kadar ince bir çizgi var? Bu insanları hayatımızda tutmamız tam da dedikleri gibi zeki olmayışımızdan mı kaynaklanıyor?
“Dağılın ulan, bu benim hayatım. İstersem hata olduğunu bile bile hata yaparım. Canım yanabilir ya da çok mutlu olabilirim. Bu benim hayatım. Siz buyurun, kendi hayatlarınızı delik deşik edin. Hiçbirinize haksızlık etmedim; siz de bana haksızlık etmeyin.” demek…
İç sesim ne kadar derinlere kaçtın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder