18 Ekim 2014 Cumartesi

Dört Buçuktan Beş: Burada, bugün garip bir hava var. Havalar da bir g...

Dört Buçuktan Beş: Burada, bugün garip bir hava var. Havalar da bir g...: Burada, bugün garip bir hava var. Havalar da bir garip, içimiz gibi belki de. Yani tam olarak öyle değil de. Sabah yağmur yağıyordu, rüzgâr...
Burada, bugün garip bir hava var. Havalar da bir garip, içimiz gibi belki de. Yani tam olarak öyle değil de. Sabah yağmur yağıyordu, rüzgâr falan şimdi pencereden yansıyan güneş ışınlarına sinirleniyorum. Ne diyordum? Ha tamam, bugün burada garip bir hava var. Tam şu anda hava bulutlandı mesela, ıslık sesi kulaklarımda.

Geçtiğim sokakları hatırlamakta üzerime yok, başka şeyleri hatırlamak konusunda çok da becerikli değilim. Kitap okuyan adamları seviyorum, rakı içen kadınları da. Sonra sokaktan kediler geçiyor.  Sonra kalkıp çay dolduruyorum kendime. Çay kafası diye bir şey bende, tanıdığım ve sevdiğim bazı insanlarda da var. Tanıdığım insanların hepsini sevmem gerekmiyor, öyle değil mi? Dün gece sevdiğim insanlarla rakı içtim, bir ara hıçkıra hıçkıra ağladım. Ağlamamın bir nedeni yoktu ya da vardı. Şu an bunu tartışmak istemiyorum.

Günün yirmi dört saatlik dilimlere bölünmesiyle ilgili söyleyeceklerim var; sonraya saklıyorum. Sonraya sakladığım kimi şeyleri yerlerinde bulamıyorum. Bütün bunları şikâyet etmek için yazmadım. Değiştirebileceğim şeylerden şikâyet etmeyi yaklaşık on sene önce bıraktım. Değiştiremeyeceğim şeylerden şikâyet etmenin saçmalığını yakın bir zamanda kabullendim. Kabullenmek ilginç bir kelime, ilginçliği söz diziminde değil elbette. Kelimelere gereğinden fazla anlam yüklüyor olabilir miyiz? Bunu konuşmanın hiç sırası değil belki de.

Birazdan, tekrar yağmur başlayacak. Arızalı olmak övünülecek bir şey midir? Ne yapalım, ben de böyleyim işte. İstanbul’da yaşayan bir arkadaşım hayatımı değiştirmem için bana yardımcı olmaya çalışıyor. İstanbul’da yaşayan arkadaşlarım var benim, hikâyemin büyük çoğunluğu hiç yaşamadığım İstanbul’da geçiyor. Bunu kimi zaman çok komik buluyorum. Diğer zamanlarda üzerinde uzun uzadıya düşündüğümü söyleyemem.

Söyleyemeyeceğim, söylemeyi tercih etmediğim şeyler var benim de. Herkesin var, herkes bir şeyler saklıyor kendinden. “İnsan en kolay kendini mi kandırır?” bilmiyorum; ama insan bir tek kendini suçluyor. Başka kimi suçlayacaksın ki zaten? Bu suçlama mevzusu da ilginç, bir ara tekrar bu konuya döneriz. Dönmeyi unutabilirim, herhangi birinin hatırlatmasına gerek de duymuyorum. Renklerin bir anlamı olduğunu düşündüğüm zamanlar vardı, yirmili yaşların başındaydım ve birine –kim olduğunun şu anda hiçbir önemi yok- âşık olduğumu zannediyordum. Zannettiklerimiz yüzünden bu haldeyiz, diyecek değilim. Burada, bugün garip bir hava var. Sol kolum uyuşuyor bazen, endişeye mahal yok.


Yağmur başladı, çay içelim.

19 Ağustos 2014 Salı

178964


Şehrin üvey evlatları değiliz, korkunç çocukluk travmalarımız da yok, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın hiçbir anlam taşımadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz hepsi bu. Evet, yalan söyleriz. Birilerini aldattığımız da olmuştur, aldatıldık da; ama bile isteye kimsenin canını yakmadık. Bu, bizi iyi insanlar yapmaya yetmez elbette. Canını yakmak isteyip de yakmadıklarımız, bizi birer erdem timsali haline getirmez.

Bazı şehirlerin ağır aksak bir ritmi vardır. Kalp atışların yavaşlar, o kadar yavaşlar ki üç dakika önce öldüğüne inandırabilirsin kendini. Arka sokakların kana zarar bir tadı vardır mesela, sentetik uykular peşinde koşarsın. Hayır, bu keşlere övgü hikâyelerinden biri değil. Gerçi şu hayatta en çok ayyaşlar, deliler ve çocuklar sevilmeli.

Tanrı’ya inanıp inanmamak arasında gidip geldiğin zamanlar vardır ya hani, mutlaka yaşamışsındır. İsyan edersin, kabul edemezsin, bağırırsın, kime hesap soracağını şaşırsın. Bu, bize hiç olmaz. Biz her durumda ve her şartta sadece kendimizi suçlarız. Başka kimi suçlayabiliriz ki zaten?

Mutluluk, mutsuzluğun seyreltilmiş halidir. Bence, sen de kendini kandırmaktan vazgeçmelisin kaptan.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Vs.vs.vs.

Bazen uyanmak istemiyorum, size hiç olmaz mı? Bazen günlerce uyusam, diyorum, uyusam, uyandığımda bitmiş olsa “bu ağrılı mevsim”. Aynada gördüğüm sureti tanıyamıyorum bazen, verdiğim kararların doğruluğundan şüphe ediyorum, sahi siz hiç şüphe etmez misiniz kendinizden?

Tanıdığım insanların çok azını seviyorum, çok azına saygı duyuyorum; bu beni kötü biri mi yapar? Vicdanımın sesi kurallardan, kanunlardan, yasaklardan daha önemli benim için. Başkaları adına utanmaktan yoruluyorum bazen. 

Konuşmak gelmiyor içimden, sussam gönül razı değil; sizin boğazınızda da nefes almanızı engelleyen kocaman bir yumru var mı? Aklımın çeperi bombalara çevrili, kalbin sadece kan pompalamaya yarayan bir organ olduğunu söylediğimde kaç yaşındaydım sahi? 

Özlediğim, çok özlediğim birileri var. Kilometrelerin mesafe dışında bir anlamı olmalı mı? Sizin her zaman, her soruya verecek bir cevabınız var mı sanki?

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Başka bir yer, bambaşka bir hayat mümkün mü? Bırakıp gitme fikri kanına dokunuyor oysa. Sevdiklerini, yaşadığın her şey, evini, ölülerini ardında bırakıp nereye gideceksin ki? "Ben bu ülkeden sıkıldım, yoruldum." deyip kimseyi tanımadığın, kimsenin seni tanımadığı bir yerde yeni bir hayat kurmak... Kulağa kimi zaman hoş geldiğini de kabul etmelisin.

Sevdiğin adamla aranda şimdilik kilometreler var; ama çok yakın bir zamanda aynı sokaklarda yürüyeceksiniz. Birini sevmek aslında çok acayip değil mi? Hiç tanımadığın biri geliyor, en kıymetlilerinden biri oluveriyor. Birini sevmek çok kolay, bunu şu yaşında öğrenmiş olman hayatın komik bir oyunu nihayetinde. Yan yana olmaktan daha önemli şeyler olduğunu o adam öğretti sana, hayatına kattığı onca şeyden biri bu. Bu bile onu çok sevmen için yeterli aslında. Onu düşündüğünde gülümsüyorsun, adını söylemek hoşuna gidiyor. Mutlu olmaktan utanılır mı? Sen utanıyorsun, mutlu olmaktan, yaşadığın ufacık sorunlarını kafana takmaktan...

İnsanların evlerine ateş düşüyor, üzülüyorsun; üzüntün öfkeni körüklüyor. Öfkelenme zamanı şimdi, bunu biliyorsun. Susup acı çekmenin değil, hesap sormanın zamanı. Kendini çok çaresiz hissediyorsun bazen, bazen çok yorgun, sonra yalnız olmadığını fark ediyorsun. Yalnızlıkla kimsesizlik arasındaki farkı kimi zaman sen bile karıştırıyorsun.

Kitaplara sığınıyorsun, şarkılardan fal tutuyorsun, dost masalarında hafif sohbetlere dalıyorsun. Tanıdığın insanların çok azına saygı duyman kimin hatası bilemiyorsun; inandığın her şeyin yerle bir olduğunu defalarca görmüş olmanın getirdiği acımtırak gücü sevdiğini çok az insan biliyor. Uzun cümleler bazen ne de güzel oluyor.

Bir ev hayal ediyorsun, nohut oda bakla sofa derler eskiler öyle bir ev. Sizinle birlikte yaşayan bir ev, gelenin gidenin bol olduğu, kimi zaman kahkahalı, kimi zaman kızgın, kalabalık sofralar, orada burada kahve fincanları, kitaplar, dergiler, Messerschmitt Me serisi maketleri, Heinkel He 162 de olabilir, fotoğraflar... Az kaldı, biliyorsun.



22 Nisan 2014 Salı

Hayat büyük bir telaşla akıp gidiyor. Bazı şeylere çok kızıyoruz, kırılıyoruz, birilerini ihmal ediyoruz, gülümsüyoruz, takdir ediliyoruz, mutlu oluyoruz, fatura ödüyoruz, kredi kartı ekstrelerine şaşkın şaşkın bakıyoruz, o elbisenin o kadar pahalı olmasına sinir oluyoruz, maaş alıyoruz, bir hafta sonra yeni maaşı ne zaman alacağımızı hesaplıyoruz, telefonlara cevap veriyoruz, kalabalık sofraları özlüyoruz, kahve kaçamakları yapıyoruz, kitaplara, şarkılara tutunuyoruz, unutmaya çalışıyoruz, anahtarlarımızı o kocaman çantaların içinde bir türlü bulamıyoruz, tatil planları yapıyoruz, hafta sonunu uyuyarak mı geçirsek dışarı mı çıksak karar veremiyoruz, rakı sofralarına konuk oluyoruz, misafir ağırlıyoruz, komşu teyzelerin meraklı bakışları altında her sabah işe gidiyoruz, kalabalık otobüslerden, trafikten nefret ediyoruz, çok önemli olduğumuzu zannediyoruz, başkalarının dertlerinin yanında kafamıza taktıklarımıza sayıp sövüyoruz, başka şehirleri özlüyoruz, bağırıyoruz, ağlıyoruz, çaydan sararmış bardakları çamaşır suyuna yatırıyoruz, ekmek kızartıyoruz, her hafta üç kere rejime başlayıp beş kere rejimi bozuyoruz, fotoğraf çektirmekten itinayla kaçınıyoruz, uyuyamıyoruz, sabah işe geç kalıyoruz... Hayat büyük bir telaşla akıp gidiyor. Kendimizi en yorgun hissettiğimiz anda kapı çalıyor, en sevdiğimiz, en çok kavga ettiğimiz, en aptal, en sarsak yanlarımızı bilen, en özlediğimiz karşımızda duruyor. Sonrası bir masa, bir parça rakı, eski şarkılar, sonrası huzur, hep huzur.

10 Nisan 2014 Perşembe

Bahar geldi, etrafına bakmayı, ağaçların adını öğrenmeyi unutma. Nefes al, ayaklarını balkon demirlerine uzatıp çay içmeye az kaldı. Az kaldı evine varmaya. Seni seviyorum galiba.

4 Mart 2014 Salı

Kendimi çok kalabalık, dört bir yandan kuşatılmış hissediyorum. Her gün televizyonda, çevremde insanlarının gözünün içine baka baka yalan söyleyen, bir şeyi çok sevdiğini söyleyen ama en ufak bir çıkar için o en sevdiği şeyi satacağından şüphe duymayacağınız insanları görüyorum. Yıllardır ara vermeden, dinlenmeden, sürekli her şeyi yeniden öğrenerek uğraşmaktan yoruldum. Bir de sevgi mevzusu var, insanlar ve onların senden beklentileri. Her an onları mutlu etmek, onların yanında olmak zorunda hissettirmeleri sevgiyi, bir memuriyete bir mesaiye dönüştürmeleri canımı çok sıkıyor ama onları kaybetme korkusu derin bir nefes almamı engelliyor. Tek istediğim biraz yalnızlık, yoksa sırtımda bunca yükle daha fazla yürüyemiyorum. Biraz suyun üzerine çıkıp derin bir nefes alıp sonra yeniden dalmak istiyorum. Ne mümkün, zaman akıyor ve ben de sürüklenip gitmekten başka bir şey yapamıyorum.
Sadece 2013 yılında 228 kadın öldürülmüş, "çocuk gelin" diyerek meşrulaştırdığımız pedofiliyle ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı yaptığı açıklamada "Bu nikâhların çoğu masumane kıyılıyor. Kendi kızını çocuk yaşta evlendiren annenin de çocuk yaşta evlendiği için bunu normal sandığını görüyorsunuz. Kimse çocuğuna kötülük yapmak istemez o nedenle bilincin artırılması gerekiyor." demiş, 23 Haziran 2010'da uğradığı işkence nedeniyle intihar eden Onur'un annesi oğlunun uğradığı adaletsizliğe daha fazla dayanamayıp intihar etmiş, 19 yaşındaki Ali İsmail'i sokak ortasında döve döve öldürmüşler, 6 kişinin öldüğü binlerce insanın yaralandığı Gezi Parkı Direnişi sonrası polis kahraman ilan edilmiş, kahraman ilan edilen polisler 17 Aralık sonrası "paralel yapı" elemanı olmuş, tecavüzcüler, hırsızlar, yalancılar elini kolunu sallayarak aramızda dolaşırken birileri neden hapiste olduğunu 6 yıldır öğrenememiş, ağaçların kesilmesine, yapılan usulsüzlüklere karşı duranlar solcu, ateist, terörist olarak damgalanmış, dershanenin penceresinden dışarıdaki olaylara bakan çocuklara bile tazyikli su sıkılmış, adil yargılamanın büyük bir hayal olduğunu herkes öğrenmiş, yolsuzluk iddiaları havada uçuşurken yok montaj yok dublaj denilip durulmuş, 12 yaşında iş hayatına atılan "büyük" iş adamı gözü yaşlı eşine kavuşmuş da kırk günlük bebeklerin soğuktan öldüğü unutulmuş... "Lafa" bakmıyorduk öyle değil mi?

30 Ocak 2014 Perşembe

Suskunsunuz, geceler boyu suskun. Takdir ediyorum dirayetli suskunluğunuzu. Kederli yalnızlıktan söz edebilirdim size, bıkıp usanmadan hayatın kötücül yanlarından dem vurabilirdim. Ama hayat çok büyük. Bakın az sonra hava kararacak, karanlık her zaman güzel.

Sonra bir evde akşam sofrası kurulacak, çay demlenecek, misafir ağırlanacak. Mutsuz olacak onca sebep varken huzurlu olmaya yetmez mi bir bardak demli çay? Ah, elbette büyük cümlelerin peşinden koşmayı seviyorum.

Sakin sakin yürümeyi öğrenmek istiyorum mesela ben, ya siz neyi öğrenmek istiyorsunuz? Çok yorgunsunuz belki de.

21 Ocak 2014 Salı

Bilmediğin ne kadar çok şey var, iyi ki bilmiyorsun. Bilmek zalim bir yüktür kimi zaman. Başının ağrısı geçmiyor, ne yaparsan yap geçmiyor işte. Kafanı duvarlara vurmak istiyorsun, kafanı duvarlara vurmanın hayali çok güzel geliyor sana birden. Kanın akış hızını hesaplıyorsun,  parmak hesabıyla bulunamayacak kadar hızlı olduğuna karar veriyorsun sonra. Sigara yakıyorsun, pencere kenarındaki en sevdiğin koltuğa oturuyorsun. Sen çoğu zaman insanlardan daha çok eşyaları seviyorsun. Vefasızlıktan söz eden herkesi köşe başında vurmak geliyor aklına, kendinden başka birine zarar verme fikrini sevmiyorsun. Miden bulanıyor, kalkıp çay demliyorsun. Çay kaynaya dursun bir kenarda, bir şişe şarap açıyorsun. Beyaz  şarap içen bazı kadınların yapmacık olduğuna inandırıyorsun kendini. Bazı kelimelerin ne kadar garip olduğunu düşünmeyi başka bir zamana bırakıyorsun. Şarap kadehini bir kenara koyup çamaşırları makineye yerleştiriyorsun. Beyazlarla renklileri ayrı yıkamanın ehemmiyetinden söz eden iç sesini annene benzetiyorsun, özlem burnunun direğini sızlatıyor. Çayın altını kapatıyorsun,  şarabı yarım bırakıyorsun. Yarım bıraktığın her şeyin gün gelip senden hesap sormasından korkuyorsun. Korku mideni daha çok bulandırıyor. Arka odalara sığınıyorsun, eski bir divana boylu boyunca uzanıyorsun, üzerinde kırmızı kareli bir battaniye. Perdeden sızan  gündelik hayatı seyrediyorsun bir süre, göz kapakların ağırlaşıyor sonra. Rüyasız bir uykuya dalıyorsun.

16 Ocak 2014 Perşembe

Çok sadece çok, az değil ama; oldukça çok değil, sadece çok.


13 Ocak 2014 Pazartesi

İçimdeki sesler durmadan konuşuyor, bunun hayra alamet olamayacağını bilecek kadar yaşlıyım. Yorgun değilim, hayır, canım da sıkılmıyor. Bu başka, bambaşka bir hal.
Mesela kışın en soğuk gününde aklına birden bire kütür kütür yeşil erikler gelmiş gibi. Yağmurlu bir sabah uzun zamandır  görmediğin bir arkadaşının adını sayıklayarak uyanmak gibi, günün en yorgun anında radyoda en sevdiğin şarkıya rastlamak gibi, kalabalık bir caddenin orta yerinde aniden duruvermek gibi, hafif bir baş ağrısı, tatlı bir uykusuzluk gibi, kalabalığın içinde eski bir tanıdığın yüzünü bir an seçip sonra kaybetmek gibi, ağızda kalan buruk bir tat gibi, o tadın dayanılmaz çekiciliği  gibi...
Efkarlı şarkılar her daim güzel.